Benjamin Button'ı Brad Pitt ve yönetmen David Fincher merkezli değerlendirmek istiyorum. Bugüne kadar bildiğimiz iki tür Brad Pitt filmi vardır:
1) İzleyen bayanların salyalarını akıtan türden filmler
2) Yine izleyen bayanların salyalarını akıtan ama bunu yanında çarpıcı senaryosu ile kadın erkek ayırmadan herkesi etkileyen fimler.
Ne kadar usta bir oyuncu olduğunu tartışmak istemiyorum fakat bugüne kadar popülerliği ile ters orantılı olarak heykelciklerle arasının pek iyi olmadığı bir gerçek. Çünkü geriye baktığımızda oynadığı her kült filme 'bu bir Brad Pitt filmidir' etiketini tam anlamıyla koyamıyoruz. Zaten onu bugüne getiren filmlerin önemli bir kısmında David Fincher'ın imzası var (Se7en, Fight Club). Fincher da herkesin olduğu gibi benim de gözdem olan günümüz sinemasının en usta yönetmenlerinden fakat filmleri akademinin 'Best Picture' olarak nitelendirmediği, farklı bir deyişle gönlümüzün şampiyonları olan filmler. Genelde sağlam bir senaryo, ince elenip sık dokunmuş, gerilim ve kasvetin iç içe geçtiği yapıtlar. Ta ki Benjamin Button'a kadar... Bu filmin bana göre en önemli özelliği bu iki dev ismin de kendi tabularını yıktıkları, farklı bir deneyim yaşadıkları bir film olması. Brad Pitt'in performans oyunculuğuna bu filmle adım attığını düşünüyorum. Yeteneklerini fiziksel görüntüsünün yardımı olmadan -en azından filmin yarısına kadar- sergileyebildiği, ağırlığın tam anlamıyla kendisinde olduğu 'bir Brad Pitt filmi' diyebileceğimiz bir eser olması kuşkusuz Benjamin Button'ı daha izlenesi kılıyor. Fincher'ın da duyguların ve dramanın, senaryonun ve işleyişin önüne geçtiği bir denemesi olması özelliğiyle Pitt ve Fincher The Curious Case of Benjamin Button ile Oscar'a her zamankinden daha yakın. Bana göre filmin iki olumsuz yanı var: Birincisi akıcılığın üst seviyede olmaması, filmin bazı bölümlerinde izleyiciyi sıkabilir. İkincisi ise konunun filmin biraz önüne geçmesi.Bundan kastım çoğu insan filmi izlemeden bir adamın yaşlanacağı yerde gençleşmesi olayına odaklanıyor fakat böyle özgün bir fikrin önüne geçmek de bir film için zor olsa gerek. Scott Fitzgerald'ın hakkını vermek lazım.
2) Yine izleyen bayanların salyalarını akıtan ama bunu yanında çarpıcı senaryosu ile kadın erkek ayırmadan herkesi etkileyen fimler.
Ne kadar usta bir oyuncu olduğunu tartışmak istemiyorum fakat bugüne kadar popülerliği ile ters orantılı olarak heykelciklerle arasının pek iyi olmadığı bir gerçek. Çünkü geriye baktığımızda oynadığı her kült filme 'bu bir Brad Pitt filmidir' etiketini tam anlamıyla koyamıyoruz. Zaten onu bugüne getiren filmlerin önemli bir kısmında David Fincher'ın imzası var (Se7en, Fight Club). Fincher da herkesin olduğu gibi benim de gözdem olan günümüz sinemasının en usta yönetmenlerinden fakat filmleri akademinin 'Best Picture' olarak nitelendirmediği, farklı bir deyişle gönlümüzün şampiyonları olan filmler. Genelde sağlam bir senaryo, ince elenip sık dokunmuş, gerilim ve kasvetin iç içe geçtiği yapıtlar. Ta ki Benjamin Button'a kadar... Bu filmin bana göre en önemli özelliği bu iki dev ismin de kendi tabularını yıktıkları, farklı bir deneyim yaşadıkları bir film olması. Brad Pitt'in performans oyunculuğuna bu filmle adım attığını düşünüyorum. Yeteneklerini fiziksel görüntüsünün yardımı olmadan -en azından filmin yarısına kadar- sergileyebildiği, ağırlığın tam anlamıyla kendisinde olduğu 'bir Brad Pitt filmi' diyebileceğimiz bir eser olması kuşkusuz Benjamin Button'ı daha izlenesi kılıyor. Fincher'ın da duyguların ve dramanın, senaryonun ve işleyişin önüne geçtiği bir denemesi olması özelliğiyle Pitt ve Fincher The Curious Case of Benjamin Button ile Oscar'a her zamankinden daha yakın. Bana göre filmin iki olumsuz yanı var: Birincisi akıcılığın üst seviyede olmaması, filmin bazı bölümlerinde izleyiciyi sıkabilir. İkincisi ise konunun filmin biraz önüne geçmesi.Bundan kastım çoğu insan filmi izlemeden bir adamın yaşlanacağı yerde gençleşmesi olayına odaklanıyor fakat böyle özgün bir fikrin önüne geçmek de bir film için zor olsa gerek. Scott Fitzgerald'ın hakkını vermek lazım.
Gelelim Trainspotting'ten tanıdığımız Danny Boyle'un Slumdog Millionaire'ine. Hayatı boyunca şansı yaver gitmeyen bir gencin ülkemizde 'Kim 500 Milyar İster?' olarak bildiğimiz 'Who Wants To Be A Millionaire?' adlı yarışmaya katılmasını konu alıyor. 'Çok gezen mi bilir yoksa çok okuyan mı?' klişesini 'hayır, çok yaşayan bilir' şeklinde değiştirmeyi başaran çok başarılı, hatta boşverin resmiyeti dehşet güzel, harika bir film. Gerek soundtrackleri -ki emin olun bu soundtracklerin oscar almaması imkansız- gerek işleyiş olsun Hindistan'ın varoşlarında hissediyorsunuz kendinizi. Benjamin Button'a göre çok daha akıcı bir anlatıma sahip. Başrolde esas oğlan Malik'i canlandıran Dev Patel hiç de fena değil, hatta en iyi erkek oyuncu dalında BAFTA'ya aday oldu ama muhtemelen aday olarak kalacaktır, ve onun çocukluğundan beri aşkı olan Latika rolünde Freida Pinto yeni Aishwarya Rai olabilecek derecede güzel ve sempatik. Kurgunun çift zamanlı, hatta bazen üç zamanlı işlemesi, flashbacklerin bol olması film için bana göre çok büyük birer artı. Cinematograpy ve Film Editing dallarında heykelcikleri toplaması yüksek ihtimal. 10 dalda aday olmuş ve hepsini de alsa hakederek alır diyebileceğimiz herkesin izlemesi gereken harikulade bir film kısacası ve bunda en büyük pay kuşkusuz Danny Boyle'un.Bence en iyi film dalında Oscar'a uzanmak adına Benjamin Button'dan bir adım önde.Bakalım akademi nasıl düşünecek? Merakla bekliyoruz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder