19 Haziran 2011

Levi Zamana Karşı

Editörümden gelen emrin de etkisiyle burada etapları tek tek anlatıp da kimsenin canını sıkmak istemem.

İsviçre Bisiklet Turu dün akşam sona erdi. Üçüncü günden sarı mayoyu sırtına geçiren Cunego, son güne kadar rahat gözüküyordu. Dünkü zamana karşıdan önce en yakın rakibi, Radobank'ın yeni cevherlerinden Steven Kruijswijk'le arasında 1 dakika 36 saniye vardı. Tamam Cunego'nun iyi bir zamana karşıcı olmadığını biliyoruz ama 32 km'de bu fark onun için yeterli olmalıydı. Sezonun sessiz ismi Levi Leipheimer'ı hesaba katmazsak aslında fazla bile gelmişti bu süre. Ama 40 yıllık bekleyişi Kaliforniya'da sonlandıran takım arkadaşı Chris Horner'ın arkasında ikinci gelen Levi, Tur öncesi dosta düşmana açıkça korku saldı. Zaman karşının kralı Cancellara'dan sadece 13 saniye daha yavaş olan Levi, son güne kadar hiç ilk üçün içinde yer almadan İsviçre Bisiklet Turu'nu kazanmayı bildi.

Güne 3. sırada, liderin 1 dakika 41 saniye gerisinde başlayan Frank Schleck, inanılmaz kötü bir zaman karşı çıkarıp turu anca 7. sırada tamamlayabildi. Tour de France'ın başlamasına sayılı günler kala Schleck kardeşlerin performanı pek de iç açıcı gözükmüyor. Gerçi ikisinin de tüm konsantrasyonlarının Tur'da olduğunu biliyoruz ve onlar hakkında konuşmak için biraz erken gibi. Biz ne dersek diyelim 13 sene sonra Giro-TdF dublesine şahit olma ihtimalimiz çok yüksek, her ne kadar birkaç ay sonra bu zaferler elinden alınacak olsa da Contador masa başı dışında kaybedecek gibi durmuyor.

Yine Geri Döndük

Merhabalar,
Sene boyunca 3 ay aktif olup 9 ayı tatilde geçiren Ters Kademe, yazın başlamasıyla birlikte tekrar geri döndü. Zaman Wimbledon, Tour de France, U-17 Futbol Dünya Şampiyonası, Gold Cup, Copa America zamanıdır. Bütün bunlar hakkındaki yazılarımızı ilerleyen zamanlarda buralarda bulacaksınız. Takipte kalın.

17 Eylül 2010

Klopp’la Şampiyonluk, Neden Olmasın?

2002’de takımı şampiyon yapan ve ardından 2004 yılında görevden ayrılan Matthias Sammer sonrası Borussia Dortmund’da Jürgen Klopp’a kadar olan dönem bu müthiş taraftarı kesinlikle tatmin etmeyecek seviyedeydi.

Bu yaz Dünya Kupası’nda Hollanda’yı finale kadar çıkartan koç Bert van Marwijk ile 2 sezon boyunca alınan 7.likler ve Avrupa Kupaları’ndan uzak kalma durumu sonrası takım talihsiz Ankaraspor kariyeriyle de tanıdığımız Jürgen Rober’e emanet edilmiş ama yaşlanan ve değişime ihtiyaç duyan kadro serbest düşüşünü sürdürerek ligi 9. sırada tamamlamıştı. Ardından takımın başına yine ligimizden tanıdığımız, her ne kadar grupları sadece 1 galibiyet ve 3 puanla tamamlasa da Hamburg’u Şampiyonlar Ligi’ne götüren hoca etiketine sahip Thomas Doll getirilmişti. Takım üzerinde istediği değişimleri yapamayan Doll takımın yalnızca Mladen Petric’in ayağına bakar duruma gelmesine seyirci kalmış ve ligi düşme potasının 9 puan üzerinde 13.sırada tamamlamıştı. Dortmund için bu derece en son 20 sene önce gerçekleşmiş ve utanç duyulacak bir pozisyondu, nam-ı diğer Westfalen yeni adıyla 80 bin kişilik Signal Iduna Park Stad’ı uzun bir süre sonra bu kadar neşesiz görünüyordu.

Ve gün gelmişti, Mainz Fatih’i Jürgen Klopp Mayıs 2008’de takımın başına getirilmişti. Klopp’un Mainz’de çizdiği farklı profil, Avrupa’nın en iyi taraftarlarından olduğuna inandığım Dortmund seyircisiyle birebir örtüşünce başarının gelmesi de çok doğal oldu tabi. Klopp takımı bir anda baştan başa yeniden yaratmanın hayaline kapılmadan, 2 sene içinde çok büyük değişimelere imza attı.

Bugünkü as kadrosunu ele alırsak işimiz daha kolaylaşır: Kalede Roman Weidenfeller zaten yıllardır takımın birinci kalecisi konumunda ve 2.kaptan görevini üstlenmekte, zaman zaman çok kötü goller yese de takımın vazgeçilmezlerinden biri konumunda ve bu bölgede sıkıntı yok diyebiliriz. Klopp’un bana göre asıl hamlesi ise Mainz’den de öğrencisi olan Neven Subotic’i yanında getirmesi. Bir stoper için çok genç yaşta, 19’unda Mainz’de sürekli forma şansı verdiği Subotic’i 2 sezondur Dortmund’da da gözü kapalı oynatıyor Klopp. Subotic 1.93’lük uzun boyuna rağmen iki ayağını da kullanabilen, uzun boylu defans oyuncularında sıkça karşılaştığımız el-ayak koordinasyon sorununu minimum derecede yaşayan müthiş bir defans oyuncusu ve bence Dortmund’daki günleri de sayılı. Mourinho, Carvalho sonrası boşluğu onunla doldurabilir ki bu Subotic için müthiş bir gelişme olacaktır. Klopp’la beraber takıma katılan bir diğer stoper oyuncusu ise Felipe Santana. Subotic gibi çok uzun bir isim ama koordinasyon sorunu bulunmakta, tekniği zayıf ve biraz daha kalınlaşması gerekiyor ama yine de özellikle geçen sene çokça forma şansı buldu ve geleceği çoğu Dortmundlununki gibi onunda parlak gözüküyor. Doll zamanında da takımda kiralık bulunan Mats Hummels geçen sezonu da kiralık olarak geçirdikten sonra bu sene Bayern Münih’ten bonservisiyle alındı ve sezon başlangıcı itibariyle Subotic’e partnerlik yapma konusunda Santana’nın önünde gözüküyor. Defanstaki değişimin son halkası ise altyapıdan bir isim: Marcel Schmelzer. Klopp’la birlikte A takım’a çıkan ve tecrübeli Dede’nin arkasında 2 senedir pişen Schmelzer, Dede’nin sezona sakat girmesiyle formayı kaptı ve geçen senelerdeki ofansif ürkekliğini de üzerinde atmış gibi görünüyor. Formayı sırtından bir daha çıkarmayabilir. Patrick Owomoyela hamlesi ise diğerlerinden biraz farklı. Patrick kariyeri belli, oynatması zor, pozisyon olarak arada kalmış bir oyuncu ama Klopp onun patlayıcılığından sağ bekte çok iyi yararlanmakta. Onu yedekleyecek bir oyuncusunun olmaması şu an için defansındaki belki de tek sıkıntı. Klopp’un savunma devrimindeki oyuncuların belki de en “güzel” özelliği ise Patrick’i bir kenara koyarsak diğer 4 oyuncunun 3’ünün 1988 birinin de 86 doğumlu olması. Gözlerimizin önünde bir takım inşa ediliyor ve başlarındaki adam büyük talihsizlikler yaşamazsa bu takım her geçen gün yükselmeye devam edecekmiş gibi duruyor.

Yazının daha rahat akması için bölge bölge devam ediyorum. Orta sahada Dortmund deyince tartışamayacağınız bir isim vardır: Sebastian Kehl. Takımda kaptanlık görevini de üstlenen Kehl nasıl oynarsa oynasın taraftarın sevgilisidir ve Signal Iduna Park’ı dolduran 80 bin kişi onun oynamasını şampiyonluğa bile tercih edebilir. Nuri’yle paylaştığı orta saha göbeğinde defansif olarak yapması gereken her şeyi yapıyor ve Nuri’nin oyunun gelişiminde de bu özelliğiyle büyük bir katkısı olduğu da aşikar durumda. Bugünlerin popüler meselelerinden biri Nuri şahin’in milli takım mevzusu ama burada o konulara girmeye pek gerek yok. Eski hocası Bert van Marwijk’in isteğiyle bir sezon Feyenoord’da kiralık olarak oynayan Nuri bugün itibariyle takımın her şeyi konumunda ve o altyapıdan yetişen, mahallenin çocuğu imajıyla takım üzerindeki etkisi gittikçe kuvvetlenmekte, onun takımda ne kadar mutlu olduğu gözlerinden bile anlaşılabiliyor zaten. Daha 19'unda bu takım için önemli bir oyuncuyken Klopp’un gelmesiyle saha içindeki organizasyonu tamamen eline alan Nuri’nin yapması gereken tek şey skora katkısını arttırmak ve bu konuda Emre abisine benzememek zira Emre Belözoğlu gibi sezonda 3 gol atabilen yetenekli orta saha elemanları takımlar için çok büyük sıkıntı oluşturmakta. Orta sahanın hücüm tarafında ilk senesinde Macar Hajnal’a şans veren Klopp geçen sezon ondan istediği verimi alamayınca bu sezon orayı Japonya 2.liginden Shinji Kagawa ile doldurdu. İyi bir ilk izlenim bırakan Kagawa pek uyum sorunu yaşayacağa benzemiyor, Daha 21 yaşında olduğunu da düşünürsek Klopp’un ellerinde çok büyük bir oyuncuya dönüşmesini beklemek de hayal değil gibi. 4-2-3-1 in kanatlarında kadronun genelinde olduğu gibi dar bir rotasyon sahip olunması en büyük sıkıntılardan. Jakub Blaszczykowski ya da formasındaki kısaltmasıyla Kuba hızı ve oyuna aniden hareket getirebilecek potansiyeliyle formanın ilk sahibi gibi duruyor. Herhangi bir takımda adından genç oyuncu diye söz edebileceğimiz Kuba iş Dortmund olunca 25 yaşıyla takımın ağabeylerinden olacak neredeyse. Diğer kanatta şimdilik Kevin Großkreutz’a şans buluyor. Alt ligden geçen sezon kadroya dahil edilen Großkreutz aslında tam bir forvet oyuncusu görünümünde ama Klopp’un tek forvetli sisteminde biraz da kanatlardaki rotasyon darlığı sebebiyle diğer oyunculara göre Barrios’a daha yakın ama yine de bir orta saha olarak görev alıyor. Ağabeyi Fabian Götze bu sezon Klopp’un eski takımı Mainz’e satılırken 92’li Mario Götze takımda yavaş yavaş yer bulmaya başladı. Klopp’un elinde özellikle gelecek sezon çok şey beklediğim bir oyuncu Götze. Asıl yerinin kanat olmayışı bir sorun olabilir mi diye düşünülebilir ama zaten Klopp’un 4-2-3-1’i kanatlara dayalı bir oyun değil ve Kagawa’nın sağ ve solunda oynayan isimler sürekli yer değiştiriyorlar ve bu hareketlilikle genelde rakibi göbekten delmeye, Barrios’a araya bırakmaya çalışıyorlar. Kadro genişliği açısından alınan Antônio da Silva ise hem Klopp’un Mainz’den eski öğrencisi olması hem de bu ligi çok iyi tanıması nedeniyle sezon içinde katkı alınabilecek bir oyuncu.
Son olarak Klopp’un tek forveti Barrios ve onu yedekleyen Lewandowski’den söz etmek gerek. Geçen sezonki Köln’le oynanan lig maçı dün gibi aklımda. Colo-Colo’dan gelen muazzam gol yüzdesine sahip forvet Lucas Barrios’u pür dikkat seyretmek için oturmuştum televizyon başına, adını duyduğumuz ama daha önce izleme fırsatı bulamadığımız Paraguay’lı o gün girdiği pozisyonları cömertçe harcadı ama verdiği ışık bugünlerin habercisiydi. Ceza sahası içinde müthiş bir bitiriciliğe sahip olan Barrios uzun boyunun avantajıyla sırtı dönük oynayabilirken bir yandan da topla çok hızlı olması onu komple bir forvet haline getiriyor ki attığı RVN vari goller 26’sındaki Barrios’un bir kaç sene içinde gol krallığını almasının sürpriz olmayacağının açık bir göstergesi. Son seneleri sürpriz takımı Lech Poznan’ın forveti Robert Lewandowski, her ne kadar biz onu daha çok milli takım performansından tanısak da, lige uyum sağladığı anda sonradan oyuna dahil olup maç çevirebilecek yetenekte bir oyuncu. Bir diğer forvet oyuncusu sorunlu kişiliği ve klas golleriyle tanıdığımız Mohamed Zidan, 2 sezon önce yer değiştirdiği Mladen Petric’in bir gömlek altı olduğunu düşünmeme ve istikrarsızlığına ligin tanıyan ve maç çevirebilen yapısıyla takıma katkı yapmasını beklediğim bir isim.

Klopp 24 yaş ortalamasına sahip bir ilk 11 oluşturdu ve bu değişim sırasında bütçede en ufak bir sıkıntı ortaya çıkmadı. Önümüzdeki 3 yıl içinde Klopp takımdan ayrılmaz, kilit isimler büyük kulüplere satılmaz ve 1-2 şampiyonluk karakterine sahip oyuncu takıma eklenirse bu takım Bundesliga şampiyonluğuna ulaşabilir ama şu an için öncelikli hedef Şampiyonlar Ligi’ne katılmak. Özellikle içeride oynadıkları maçları kaçırmamanızı tavsiye ediyorum zira Jürgen Klopp’un futbol aklını, Nuri Şahin’in oyun zekasını, Lucas Barrios’un bitiriciliğini ve Nevin Subotic’in hava toplarındaki hakimiyetini izlemek kadar büyük bir keyif yok, yok.

16 Eylül 2010

Kısa Kısa: Beşiktaş 1 - 0 CSKA Sofia

Beşiktaş'ın Fenerbahçe derbisinden önce CSKA Sofia karşısında ter idmanı yaparak rahat bir maç çıkaracağını sananlar yanıldılar. Beşiktaş, büyük bölümünü rakip sahada oynadığı maçı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar pozisyona girerek son dakikada attığı bir duran top golüyle kazanmayı başarabildi. Beşiktaş'ın orta sahadaki "parlayan" yıldızı Ernst, derbi öncesi takıma ve taraftara güven verdi.
Maçtan önce Schuster'in kafasında büyük ihtimalle takımdaki bazı oyuncularını dinlendirerek düşük tempoda rahat bir galibiyet almak vardı. Ancak bu Avrupa gecesi neredeyse kabusa dönüşüyordu. Beşiktaş'ın bu durumda olmasının bence en büyük sebebi saha şartları. Beşiktaş gibi ayağa top oynamaya çalışan bir takımın işini çok zorlaştıran patates tarlası kıvamında bir saha vardı İnönü'de. Bu gece Guti ve Tabata gibi teknik kapasitesi yüksek oyuncuların çok zorlandığını gördük. Bu saha şartlarında Beşiktaş'ın istediği oyunu yansıtabilmesi hiç de kolay değil. Yönetimin bir an önce bu soruna bir çare bulması gerekiyor.Beşiktaş'ın bu geceki bir diğer sorunu da kanatlarındaki hareketsizlikti. Sol kanatta yine bir yere kadar emekçi Üzülmez bir şeyler yapmaya çalıştı, ancak sağ kanat Ali Turan-Serdar Özkan ikilisini aratmayacak derecede durgundu. Ekrem hem fiziksel olarak yetersiz, hem de güven sorunu yaşıyor. Hilbert ise çok mücadele etmesine rağmen bir türlü istenilen seviyeye çıkamıyor. Ligde yabancı kuralına takılıp tribünde ya da iyi ihtimalle klübede kalması büyük ihtimal. Tabi şunu da es geçmemek gerek: bugün gerek Schuster'in, gerek oyuncuların, gerekse taraftarın kafasında haftasonu oynanacak derbinin olduğu çok belliydi. Bu faktör de bugünün senaryosunda etkili oldu.
Rakibe gelecek olursak, CSKA Sofia takımı bana kapasitesi sınırlı bir takım görüntüsü verdi. Neredeyse 70 dakika boyunca defans hattını orta sahanın iki adım gerisine kuran Beşiktaş karşısında sadece 1-2 cılız atak geliştirebildiler. Bu konuda biraz daha becerikli olan takımlar(İBB gibi) Beşiktaş için büyük dert olabilir.

Kısa Kısa: Aris 1 - 0 Atletico Madrid

Final kaybetme ustası Hector Cuper geçen sezon göreve geldiği Aris’i normal sezonda 5. yapıp takıma Avrupa Playoff Grupları’nda oynamaya hak kazandırırken, grubu 3. sırada bitirerek ligi 4. bitirmiş oluyordu, Yunanistan’daki bu sistem, gereksizliğiyle kafa patlamaya hiç lüzum olmayan bir konu.
Cuper’in İspanya tecrübesi hepimizin malumu, Atletico Madrid’i iyi çözümlemiş olması bu yüzdendir ki kimseyi şaşırtmamalı. Takımda Mendrinos ve biraz da Carlos Ruiz dışında göze batan bir oyuncu yok, klasik Hector Cuper takımı görünümündeler, 11 kişi birden topun arkasında geçiyorlar. Gerçi bugün biraz ateşli taraftarlarının etkisiyle biraz da Quique Sanchez Flores’i Reyes ve Kun Agüero gibi hücüm silahlarından yoksun yakalamanın verdiği rahatlıkla maça beklenenden hızlı başladılar. 20.dakikadan sonra üzerindeki ölü toprağını atan Atletico oyuna biraz denge getirse de maçın temposuz durumu değiştirecek hamle iki hocadan da bir türlü gelmek bilmedi. 60 dakika oyunda pek gözükmeyen Javito’nun ceza sahası dışından attığı şık gol maçın seyrini bir anda değiştirdi. Reyes’in de kurtarıcı vasfıyla oyuna girmesiyle hızlanan maç, kah De Gea’nın kalesinde devleşmesi kah direkler kah da Aris’in sağlam savunması nedeniyle başka gole sahne olmadan sona erdi.
Atletico Madrid geçen sezon kupayı almasına rağmen düzgün maç kazanamayan bir takımken bu sezon da değişen bir şey yok gibi. Böyle zor deplasmanlardan bu oyunla çıkmaları pek mümkün gözükmüyor. Bayer Leverkusen’in de bulunduğu bu grup, Rosenborg’u bir kenara koyarsak müthiş bir mücadeleye sahne olacak gibi gözüküyor. Kurt Hoca Cuper evinde 3'te 3 yapmayı başarırsa Atletico Madrid için kupaya şok bir veda bugün itibariyle bizim için hiç de sürpiz olmayacak.

Kısa Kısa: Salzburg 0 - 2 Man. City

Skora bakıp bu maçın City için kolay bir galibiyet olduğunu düşünmek çok yanlış olur. İlk gol (7. dakika) ve ikinci gol (63. dakika) arasında City'yi çok bunaltan bir Salzburg baskısı izledik bu akşam. Sağ açıktaki Arjantinli oyuncu Zarate ve Slovak sol bek Svento, City kanatlarını bir çok kez yokladı. Mancini maça artık çok demode olan 4-3-1-2 ile başladı. Savunmanın önünde kusursuza yakın Barry-de Jong-Yaya Toure orta sahası, önlerinde müthiş oyun zekasıyla Silva ve en uçta yeni imajıyla Tevez ve Galasaray kaçağı Jo.


City maça iyi başlayıp Silva'yla golü bulmasına rağmen Salzburg çabuk reaksiyon göstererek City kalesini bunalttı. Bunda City'nin tatktiğinin en büyük kusuru olan kanat savunmasının da payı büyük. Zira Tevez ve Jo kanatları kapatmakta zorlandı ve Mancini'nin söylediklerinin bir çoğunu gerçekleştiremedi. Burada İngiliz temsilcisinin yardımına ikinci gol yetişti. Tevez'in uzaktan sert şutununda dönen topu o dakikaya kadar sahada varlık gösteremeyen Jo tamamladı ve maçı koparttı. Zaten o dakikadan sonra Salzburg oyun disiplininden koptu ve maçın geriye kalan yarım saatinde City'li oyuncular kendi aralarında pas yaparak zamanı öldürmeye çalıştı.Şunu belirtmekte fayda var ki, City yaptığı onca yatırıma rağmen takım olma özelliğini henüz kazanabilmiş değil. Oyuncular saha içinde birbirlerinden kopuk bir görüntü sergiledi ve bu da ileride başlarının ağırmasına sebep olabilir. Salzburg için konuşmak gerekirse bence onların bu gruptan çıkma şansı hiç de az değil. Ancak daha disiplinli ve defansta daha dikkatli bir takım olmalılar, ama takımdaki enerji ilerisi için bana umut verdi.

Kısa Kısa: Juventus 3 - 3 Lech Poznan

Maçın geneline bakıldığında, Juventus'un topla daha çok oynayan ve baskı kuran taraf olduğu söylenebilir. Fakat Krasic-Del Piero-Iaqiunta-Lanzafame dörtlüsü, ileriye taşınan toplarda pozisyon yaratmakta çok zorlandılar. Maçın ilk 20 dakikasında ileride boş boş top çeviren Juventus, kalesinde Doğu Avrupa bloğu ülkelerinin çok iyi uyguladığı iki kontra atak golü görünce oldukça afalladı ve bu afallama, oyunlarına da büyük bir etki yaptı.
İlk yarının kalan kısımlarında duran top dışında hiç pozisyon üretemedi Juventus. Ama Chiellini'nin 45. dakika oynanırken bulduğu karambol golü, Juventus'un soyunma odasına umutlu gitmesini sağladı.
İkinci yarı boyunca Juventus, topu karşı kalede oynamaya devam etti. Ama bahsettiğim 4'lüden pozisyon yaratmaya çalışan sadece Krasic olunca, Juventus bütün tehlikelerini duran toplardan bulmaya devam ediyordu. 50. dakikada bir kez daha sahneye çıkan Chiellini, skoru 2-2'ye getirdiğinde, Juventuslu oyuncular maçı kazanmanın mümkün olduğunu düşünmeye başladılar. 55. dakikadaki Pepe-Lanzafame değişikliği, diğer kanadın da işlemesini kolaylaştırdı ve Juventus maçın geri kalanındaki hareketsiz oyununa kıyasla daha iyi oynamaya başladı. İşte tam bu dakikalarda, Del Piero sahneye çıktı.

Maç boyunca sadece duran topların başında gördüğümüz ve eski günlerine oranla oldukça kötü sinyaller veren Del Piero, hala iyi yaptığı bazı şeyler olduğunu haykırıyordu adeta. 35 metreden attığı harika golle takımına skor avantajını getiren kaptan, etkisiz oyununa rağmen neden hala yedek kulübesinde oturmadığını bütün seyircilere açıkladı.
Baskılı oyununa rağmen 4. golü bulmakta zorlanan Juventus, son dakikada kalesinde gördüğü şok golle beraberliğe razı olmak zorunda kaldı.
Maçın sonucu kesinlikle Juventus'un hücumda çektiği kısırlığı anlatmıyor. Juventus, bu anlayışla devam ettiği sürece karşı kalede tehlike yaratmakya çok zorlanacaktır, iki haftadır alınan 3-3'lük skorlar yalnızca züğürt tesellisi olabilir...

Yerli Pep

Hazırlık maçları en nihayetinde birer hazırlık maçıydı. Fakat Daum’un giderken yanında götürmeyi ununttuğu şansı, Fenerbahçe’nin İsviçre’de erken uyarı almasını engelliyor, Şampiyonlar Ligi’ne hatta tümden Avrupa kupalarına veda etmesine sebep oluyordu. Bu süreçte bir sezon önce ‘’2 sene sonra 20 milyona Real Madrid’e satılacak’’ kategorisinde getirilien Cristian Baroni ve Andre Santos, savunmaya istikrar getirmesi için transfer edilen Fabio Bilica takımın en sırıtan isimleri oluyordu. Üçüyle beraber Alex, Selçuk gibi ağır isimleri taraftarın hedef tahtasına koyansa hiç şüphe yok ki Aykut Kocaman’ın defansı çoğu zaman orta sahaya kadar çıkaran, topa kaybettiği yerde basarak oyunu tümüyle rakip yarı sahaya yıkmaya çalışan, 90 dakika topa hakim olmayı gerektiren "Barcelonavari" sistemiydi. Bu sistem, ağır oyunculara mezar olmasının yanında Fenerbahçe’nin atak sayısını arttırırken niteliğini düşürüyor, son 15-20 dakikada ise takımın tümüyle oyundan silinmesine sebep oluyordu. Bienvenue’nün bizleri yıkan golü bunun canlı bir kanıtı değildi de neydi.

Fenerbahçe Arthur Zico’nun gönderilme sebebine nispet yaparcasına Avrupa kupalarından silinirken lige de 4 maçta 6 puanla başlıyor ve onun giderken söylediklerini tekrar doğruluyordu; "Fenerbahçe’nin kadro yapısı 90 dakika tempolu oynamaya müsait değil’’. Tüm bunların yanında Güney Afrika’dan sakat dönen Lugano’nun takıma geç katılması, geciken forvet ve stoper transferi, yeni oyuncuların takıma uyum süreci tuz biber oluyor, "kanada hapsedilince tüm efektifliğimi yitiriyorum" diye bas bağıran Özer Hurmacı yerine Alex rolüne Stoch’un soyundurulması, tempoya ihtiyaç duyulan dönemlerde inatla yapılıp takıma fren etkisi yaratan Selçuk değişikliği, bir gün iyi bir gün kötü olan Mehmet Topuz ve oyunculardaki isteksizlik bizlere saç baş yoldurtmaya devam ediyordu.
Aragones’e bile bir sezon katlanan yönetimin yerli Guardiola’sıyla sezonu bitireceğine inansam da geçen sezonlara nispeten çok daha iyi bir kadro oluşturduğunu düşündüğüm Fenerbahçe’nin en az 4-5 transfer daha yapılmadıkça bu sistemle başarıya ulaşabileceğini zannetmiyorum. Kurtuluş, yıllardır bu takımı taşıyan oyunu kendi sahasında kabul edip zaman zaman rakibin topa hakim olmasına izin veren ve maç içerisinde 15-20 dakikalık periyotlarla tempo yapıp istediğini alan sistemde. Kısacası kötü başlanan sezonda hazır Avrupa da yokken çifte kupayı getirecek formül açık ve net. Daum’un komplekslerinden kurtulmuş bir Daum sistemi.

Kısa Kısa : Arsenal 6 – 0 Braga

Arsenal’in klasik Emirates başlangıcı diye bir terim oluşturulmalı artık. Özellikle kolay rakiplere karşı Emirates’de ilk 10 dakika tempolu oyun Arsenal’in karakteristiği olmuş durumda. 9. dakikada Chamakh’ın kaleci tarafından yere düşürülmesiyle kazanılan penaltıyı gole çeviren Cesc Fabregas takımın rahatlamasını ve 30. dakikaya kadar nispeten durağan bir oyunu tercih etmesini sağladı. 30'da yine kaptanın seri çalımları sonrası araya bıraktığı topa ayağının üstüyle sert vuran Arshavin takımını 2-0 öne geçirirken, 4 dakika sonra ofsayt pozisyonundaki Wilshere’ın güzel topuk pasıyla ceza sahasında buluşan Chamakh’ın düzgün gol vuruşu skoru 3-0'a getiriyordu. İkinci yarıya iki takımda maçta hiçbir şeyin değişmeyeceğini bilerek çıktığından yine klasik bir Emirates akşamı sonu izledik. 53.dakikada Alberto Rodriguez’in hatası sonucu kaptanın kafasıyla durumu 4-0'a getiren Arsenal, pek de efor sarfetmeden 3 puanı cebine koymayı garantiledi. Sevilla Fatihi Rodrigo Lima’nın oyuna girmesi de Braga’nın şaşkın ve yetersiz oyununda değişikliğe sebep olmayınca maç iyice sıkıcı bir hal aldı. 63. dakikada Chamakh’ın yerine oyuna dahil olan Genç Vela, Semih’e bir selam daha gönderiyor ve rahat maçlarda sonradan oyuna dahil olup da attığı gollere iki yenisini daha ekliyordu.
Wenger’in takımı bildik bileli yerden seri kısa paslarla hücum eden ve oyuncularının yerlerinin statik olmadığı bir düzen takımı konumundadır. Bugün de değişen pek bir şey yok, Fabregas Barcelona olayını üzerinden atmış, tam bir kaptan edasıyla oynuyor, Nasri istekli başlamasına rağmen genelde güçsüzlüğü yüzünden pozisyonları harcıyor, Chamakh kolay goller kaçırsa da Arsenal’in sistemine çok uygun bir oyuncu, hem sırtı dönük oynamayı biliyor hem de hareketli, Braga ise tecrübesiz ve yetersiz bir kadroya sahip, Valencia’dan tanıdığımız Hugo Viana dışında bir de bugün süratiyle göze çarpan bir Alan var o kadar, Aguiar da yetenekli fakat bu seviye için yetersiz gözüküyor,. Braga Avrupa Ligi için Partizan’la sıkı bir mücadele verecek gibi Ramón Sánchez Pizjuán’daki 4 gole kanıp da daha fazlasını beklemek hayalcilik olur.

15 Eylül 2010

Kısa Kısa: FC Bayern 2 - 0 AS Roma



Çok sıkıcı bir ilk yarının ardından, eminim ilk yarıyı izleyen bir çok kişi başka bir maçı izlemeye karar vermiştir. Dürüst olmak gerekirse eğer bu maç hakkında bir yazı yazacak olmasam ben de aynısını yapabilirdim. Ancak ikinci yarıda maçın temposu öylesine değişti ki pozisyonları sayamaz olduk. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Ranieri'nin haftasonu Cagliari önünde 5 gol yiyen takımında sadece 2 değişiklik yapması beni oldukça şaşırttı. Zaten maç boyunca oynamaktan çok oynatmamayı düşünen Bülent Uygun taktiği ile sahadaydılar. Bayern de buna karşı sabırla top çevirdi. İlk yarı hiçbir tehlike yaratamamasına rağmen disiplinden kopmadı. İkinci yarının başında Van Gaal önemli bir değişiklik yaptı: sağdaki Müller'le soldaki Hamit'i yer değiştirdi, böylece duran iki kanat da nehir gibi akmaya başladı. 66. dakikada Gomez ve Klose ikilisini oyuna alarak 4-4-2'ye döndü ve baskıyı iyice arttırdı. Sonucunu da 79 ve 83'te iki harika golle aldı.
Bu maçta en çok dikkatimi çeken şey, Van Gaal'in oyuncularının hiçbir şekilde panik yapmadan topu durmadan dolaştırmasıydı. Gollerin geç gelmesinin bir sebebi de Roma'ı oyuncuların 70'ten sonra topun peşinden koşacak hallerinin kalmamasıydı. Bu maçta Van Gaal Cruyffizmin güzel bir örneğini izletti bize ve geçen seneki finalin tesadüf olmadığını gösterdi. Roma'ya gelecek olursak, onlardan bu kadar etkisiz bir oyun beklemiyordum. İlk yarıdaki birkaç cılız atak ve 1-0'dan sonra Boriello'nun kaçırdığı golü saymazsak neredeyse ceza sahasına bile giremediler. Topla sadece %32 oynayabilmeleri de buna güzel bir kanıt.Bir parantez de genç yıldız Thomas Müller'e açmak gerekiyor. Bugün hucüm hattının hemen hemen her bölgesinde oynadı. Fiziksel yetersizliklerini üstün oyun zekasıyla kapatmayı çok iyi beceriyor. Attığı gol ise daha şimdiden Şampiyonlar Ligi'nde yılın golüne en büyük adaylardan biri olacağa benziyor.