24 Mart 2009

2052

Daha 1 ay olmadı Pazzini hakkında yazalı. O yazıdan sonra da devam etti gollerine. Gignac gibi milli takım formasını giymesini çok istediğim isimlerden biriydi. Luca Toni'nin sakatlığının da yardımıyla geç de olsa milli takıma çağırıldı. Domenech Gignac'ı çağırdıktan sonra, bu olay onu yanında devede kulak kalır. Sonuçta biri Lippi diğeri Domenech. Biri oyuncunun artan formunu görmek ve ona şans vermek için beklemiyor diğeri ise bunu 6-7 ayda ancak idrak edebiliyor. Eğer Trezeguet finalde o penaltıyı kaçırmasa, şimdi Lippi'nin değil de Domenech'in başarıları arasında olsa o kupa, adalet kavramına inancımız kökten sarsılabilirdi. David'de zaten bir tane var o kupadan. Peki Domenech alabilecek mi ilerleyen yıllarda Dünya Kupası'nı? 2052 ye kadar sabredebilecek bir federasyon varsa neden olmasın. En kötü bir plaket falan verirler 100. yaşının hatrına...

23 Mart 2009

Vay be Domenech!

Toulouse'a genel bakış atan bir yazı yazma düşüncesiyle oturdum bilgisayarın başına. Daha sonra Anelka'nın sakatlığı sebebiyle Hoarau'nun Fransa Milli Takımı'na çağrılışı haberi ilişti gözüme ve kadronun tamamına baktım. Sonrası kendiliğinden geldi. Domenech'in bizi ters köşe yapmasına alışığız ama genelde bunu yanlışları sonucunda yaşardık. Bu sefer biraz farklıydı. Benim burdan 6 ay önce bahsettiğim fakat klasik bir Domenech tavrı olarak şimdiye kadar kadroda görmeyince şaşırmadığım, şu anın en formda ve geleceği en parlak Fransız forveti olan André-Pierre Gignac'ı kadroda görmemle yaşadığım şaşkınlık neticesinde post konusunda değişikliğe gitme kararı aldım. 18 golle Ligue 1'de gol krallığı yarışında zirvede olan ve 3 golü geçen başka bir takım arkadaşının olmadığını görünce Toulouse açısından ne derece stratejik bir öneme sahip olduğunu bir kez daha anladığımız Gignac, sonunda milli formayı giyme şansına kavuştu. Litvanya ile arka arkaya oynanacak iki maçtan hiç olmazsa Fransa'da olanında forma giymesini beklediğim Gignac'ın, kulüp takımındaki performansını milli takıma yansıtıp yansıtamayacağı da büyük merak konusu benim için.
Bundan daha çok merak ettiğim bir şey var aslında. Raymond Domenech 6-7 ay geç de olsa anladı Gignac'ın kalitesini ve onu kadroya davet etti diye düşünmek geçmişi hatırlayınca oldukça absürd duruyor. Aklınızda bir acabalar silsilesi canlanmaması da elde olmuyor. Gol krallığı listesine gözü mü kaydı bir an için yoksa kafasına ağırından bir Platini falan mı düştü orasını bilmiyoruz. Tek temennim Gignac'ın da Flamini ve Gomis gibi Domenech'in kadrosuna bir kez uğrayıp bir daha gözükmeyenler arasına katılmaması. Toulouse yazısı başka zamana artık...

by Manucac

Kerlon

Burada bahsetmiştik Kerlon'un meşhur fok driblinginden ve çektiği tepkilerden. Dribling esnasında alaşağı edildiği tartışmalı maçın videosunu da iliştirelim :

Yeni Nesil

Videodaki Beşiktaş aşığı ufaklığın adı Kerem. Netteki videolarından öğrenebildiğim kadarıyla Adapazarı'nda oturuyor fakat kendisini 2 haftada bir İnönü'de görmek mümkün. Video paylaşım sitelerinde farklı videolarını bulabilirsiniz.

PS : Beşiktaş tribünlerinin en sevdiğim bestesidir, not düşeyim.


Tam Saha Baskı

Yepyeni bir basketbol blogu açıldı bugünlerde. 3 tane basketbol hastası adam, bilgilerini paylaşmaya karar vermiş. Şuradan ulaşabilirsiniz. Uzun ve keyifli bir blog kariyeri diliyoruz.

20 Mart 2009

Staddan Notlar: Galatasaray - Hamburg

- Maç öncesi büyük bir tereddüt yaşadım maça gidip gitmemek konusunda. Özellikle Avrupa maçlarından önce yaşadığım heyecandan eser yoktu. Buna rağmen, yıllar sonra Avrupa'da bu kadar üst düzey bir maç yapacak Galatasaray'ı yerinde izlemek gerekiyordu.

- Stadda Eski Açık'ta yerimi alır almaz Galatasaray Bayan Basketbol Takımı, zaferlerini kutlamak adına stadı turlamaya başladı. Işıl Alben'e yapılan sevgi gösterileri ve çektirdiği üçlü görülmeye değerdi. Sonrasında da maçı Kapalı'da izledi tahminimce.

- Hemen yanımızda bulunan Hamburg taraftarı, bu sene Sami Yen'e gelmiş olan (Beşiktaş ve Bükreş'i de ihmal etmemek gerekiyor) en iyi taraftarlardandı. Staddaki sessiz anları iyi değerlendirip tezahüratları takımlarına ulaştırmayı başardılar.

- Biraz oyunculara değinelim. Serkan Kurtuluş defansta kötü, hücumda ise tedirgindi. Pitropia karşısında özellikle ilk yarıda çok zorlandı, top ayağa geldiğindeki tedirginliği tüm stad tarafından anlaşıldı. Buna rağmen ikinci yarı vasatın üstünde bir performans koyarak kendisini nispeten affettirdi.

- Lincoln maç boyunca adam markajındaydı. Bu nedenle etkili olmakta zorlansa da, ikinci golde defansın dikkatini dağıtması ile takımının 2-0 öne geçmesinde büyük bir paya sahipti. Oyundan çıkarken yaptığı hareket ile Galatasaray'ı kafasında bitirip bitirmediğini zaman gösterecek.

- Arda Turan, Galatasaray'ın bütün hücumlarında pay sahibiydi. 70. dakikadan sonra adeta tükendi, fakat oyundan çıkmadı. Skor 2-0'ken yapılacak bir Arda-Güven değişikliği şu anda çeyrek finaldeki rakibimizi değerlendirmemizi sağlayabilirdi.

- Penaltıları neden sene başından beri Kewell kullanmadı ki?

- Olic, çıplak gözle izlediğim en iyi forvet. Maç boyunca yaptığı koşular, inanılmaz bir güç ve sürat ile birleşince, seneye Bayern Münih'te oynayacak olması şaşırtıcı gelmiyor. Attığı golle maç boyuncaki hırsının karşılığını aldı. İşin ilginç yanı, her maçta aynı hırs ve istekle oynuyor bu adam.

- Olic'in golünden sonra Hamburg yedek kulübesinden gelen sevinç çığlıkları, inanılmaz dramatik bir hava yarattı Sami Yen'de. 20.000 kişinin olduğu bir ortamda, bir avuç Hamburg oyuncusunun sevinci inletti Sami Yen'i. Futbolun tadını her an çıkartmayı bilenlere ender görebilecekleri bir tablo yaşattı bu olay.

- Bülent Korkmaz'ı elinde böyle imkanlar varken eleştirmek pek mantıklı gelmiyor. Ama kafama takılan önemli bir sorun var. Bülent Korkmaz geldiğinden beri, Galatasaray hücumda 'doldur-boşalt'a dönmüş durumda. Skibbe dönemindeki yerden seri paslar, yerini uzun toplarla rakip defansın hatasını beklemeye bırakmış. Eğer Büyük Kaptan'ın takıma oturtmaya çalıştığı sistem buysa, büyük bir fiyasko yaşanabilir ilerleyen haftalarda. Fakat doğru karara varmak için takımı sahada tam kadro görmek lazım. Aylardır mümkün olmasa da...

- UEFA'da final, gerçekçi olmasa da çok istenen bir hayaldi Galatasaray için. Böyle bir kadroyla, en kritik maçtan önce yaşanan teknik direktör değişikliği de göz önüne alındığında, tatlı bir tecrübe olarak değerlendirilmelidir bütün Galatasaraylılar için... Sahi, Sabri kariyerinin şutunu çekmese, Hamburg-Bordeaux maçını konuşmayacak mıydık biz?..

Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final

15 Mart 2009

Trabzon 2 - 2 Galatasaray

Maç başlangıç saati 19:00'da değil, bir saat önce, kadrolar açıklandığında başlamıştı aslında. Ersun Yanal Yattara'yı kadroya dahi almazken, Bülent Korkmaz Lincoln ve Kewell'ı kadroya almamayı tercih ediyordu. Bana göre gayet yerinde bir hamleydi Lincoln ve Kewell'i dinlendirmek. İkisi de hem lig hem UEFA'yı bir arada taşıyacak fiziksel kapasitede oyuncular değil. Galatasaray'ın hedefleri doğrultusunda bu maç dinlenmeleri daha isabetli oldu.
Yanal'ın Yattara'nın yerine Alanzinho'yu oynatma hamlesi ise oyunun kaderini baştan aşağı değiştirdi. Alanzinho'nun golündeki vuruşu yapabilecek çok az adam var Avrupa'da. Şüphesiz ki kaliteli bir transfer, fakat Trabzon'a yararlı olacağını düşünmüyorum.

Maç, beklendiği gibi gayet tempolu ve pozisyonlu geçti. Hakeme ise yine ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Galatasaray'ın golünden önceki pozisyon, net bir faul. Fakat düşen oyuncunun bir Brezilyalı olması, hakemlerde bir önyargı oluşturuyor. O pozisyonda yerde kalan isim Lincoln de olsa, çıkan karar farklı olmayacaktı. Bu pozisyondan sonra maçın kontrolünü tamamiyle kaybeden hakemin aklında, sadece golden önce verdiği kararın ne kadar doğru olduğu vardı.
Golde ise Baros'un topu klasik bir biçimde ayağından fazla açtıktan sonra şık bir vuruşla bu hatasını toparlaması, kendisini tüm hafta boyunca gelecek eleştirilerden kurtardı.
Maçın kırılma anı olarak Isaac'in kaçırdığı karşı karşıyayı ve Yaser'in gördüğü kırmızı kartı gösterebiliriz. Isaac'in pozisyonunda De Sanctis ne kadar 'ekstra' bir kaleci olduğunu gösterirken, Yaser Galatasaray kariyerini bana göre bitirdi. Öyle bir noktada takımın, hatta sezonun kaderini değiştirebilecek bir hata yaptı genç oyuncu. Takımının son dakikaları 10, hatta Arda'nın sakatlığını da sayarsak 9 kişi oynamasını sağladı.

Trabzonspor'un son golünden önce kenarda bekleyen Serkan Kurtuluş oyuna girebilse ne olurdu, asla bilemeyeceğiz. Fakat bir gerçek var ki, Trabzonlu oyuncular Arda'nın bacağına giren krampona dua etmeliler. Bacağında öyle bir yara ile dakikalarca pres yapmaya çalışan Arda'ya ise diyecek hiçbir şey yok. Bu taraftar seninle gurur duyuyor!

Süper Lig'e

Paolo Di Canio

Liverpool da Olmasa

Her futbolcunun gerçek kimliğini sahaya yansıtamadığı, kaba tabirle çuvalladığı, hiç bir zaman hatırlamak istemediği bir maçı olmuştur. Dün oynanan Liverpool maçında yaptıklarıyla Vidic de katıldı bu futbolcular kervanına. Kızıl Yıldız ve Spartak Moskova zamanlarında izleme fırsatı bulamıyorduk Vidic'i ama 3 yıllık Manchester United macerasında bu denli maçın gidişatını değiştiren hatalar yaptığını görmemiştik. Hatta sert futboluna rağmen kırmızı kart görmeme konusunda da çok başarılıyıdı. Son zamanlardaki performansıyla partneri Rio Ferdinand'ın bile önüne geçen Sırp, Torres-Gerrard ikilisinin yüksek formuna kurban gitti biraz da.
28 gibi bir stoper için en verimli dönemlerinden biri olduğunu düşündüğüm bir yaşta
olan Nemanja, mental olarak Sir Alex'in de desteğiyle çabucak atlatacaktır yaşadığı bu travmayı. Bu sezon oynadığı iki Liverpool maçında da kırmızı kart gören Vidic Şampiyonlar Ligi'nde yaşanabilecek muhtemel bir Liverpool eşleşmesinde neler yapar merakla bekliyoruz. Torres ve Gerrard dikkatli olsun, bunun acısını çıkartacaktır bir gün Nemanja...

İlk Maç

Sporx anlatımına göre Meira ilk çıktığı maçta yedikleri golde hata yaparak gerçek Zenith'li olmuş. Ne diyelim, hayırlı olsun!

Turkcell Süper Lig'in En Yeni Ekibi Mersin İdmangücüspor

Hayat fena halde futbola benzer derler. Gerçekten benzer mi orasını bilemem ama zorla benzetilmeye çalışıldığını özellikle seçim zamanları net olarak görebiliyoruz. her meydanda atkılı bir hatip... Amacım siyasi eleştiri değil, baştan belirteyim. Sadece futbolun kitlelere ulaşmada ne kadar etkili olduğundan bahsediyorum.

Dediğim gibi, futbol seçim dönemlerinde etkili bir seçim malzemesi. Son dönemin en bomba haberi ise Mersin meydanlarından geçiyor. Yetkili ve güvenilir bir kaynaktan aldığım habere göre uzun bir zamandır seçim çalışmaları için Mersin'de bulunan Mersin milletvekili Kürşad Tüzmen, memleketine gelmeden önce Ankara'da dersine çalışmış.

Belediye takımlarına pek de iyi gözle bakılmadığını hepimiz biliyoruz. Siyasal seçim dönemlerinin aynı zamanda takıma onursal başkan seçme dönemleri de olduğu ülkemizde belediye başkanları tabiri caizse o kulübün Abramovic'i oluyorlar. İleri dönük planlar yerine günü atlatmaya yönelik planlar yapılınca belediye takımları düştükleri çukurdan çıkamıyorlar.

Aynı zamanda aynı şehrin takımları arasında büyük bir gelir eşitsizliği ortaya çıkardığını söylemek de mümkün. İbrahim Akın'lari, De Nigris'leri, Okan Buruk'ları almak, Özer Hurmacı'ları elde tutmak pek de kolay değil. "Şehrin kutsalı olan futbol takımı" zaten şeffaf olmak zorunda olmayınca işler kolaylaşıyor.

Lafı daha fazla uzatmadan bomba haberimize geçelim. Belediye takımlarının hal-i ahvali böyle. Eh, bir de başkentin 4 takımı birden olunca Melih Gökçek, Ankaraspor'dan nasıl para kazanırım diye düşündü sanırım. Kulislerde dolaşan haber ise Ankaraspor'un şehrin en köklü ve en çok desteğe sahip takımı olan Ankaragücü ile birleşeceği [katılma demek daha doğru olabilir] ve boşta kalan Ankaraspor'un başka bir takımla yer değiştirerek o kulübün Turkcell Süper Lig'e katılmasını sağlayacağı. Parada anlaşılabilirse Kürşad Tüzmen'in işi Mersin İdman Yurdu tarafına bağlaması an meselesiymiş. Bir takas usulü söz konusu olduğu için Bank Asya'dan gelen takımlarla bir karışıklık yaratacağını sanmıyorum.

Antalyaspor'un istikrarsızlığı ve Adana kulüplerinin içinde bulunduğu kaosta Mersin Süper Lig için güzel bir liman olabilir güneyde. Kış mevsiminde sıcak bir deplasmanı kim istemez?

Rusya Ligi 2009/2010

Şurada bahsettiğimiz Luch Energiya Vladivostok bir alt lige düşünce Rusya Ligi'nin yüzölçümü gözle görülür biçimde azalmış. Artık 12 saatlik deplasman yolculukları (en azından seneye kadar) yok Rusya Premier Ligi'nde. Billsportsmaps yapmış.

Abi&Kardeş Elele

Bugün Delle Alpi'de Bologna'yı konuk etti Juventus. Maçın 24. dakikasında yenik duruma düşüp, ilk yarıyı da bu skorla kapatınca birçok izleyicinin kafasında soru işaretleri oluşmaya başlamıştı.
İkinci yarı itibariyle sahaya çıkan Juventus'ta dikkatleri üzerine çeken isim Giovinco'ydu. Altın dönemini yaşayan Del Piero'nun veliahtı olarak gösterilen genç yetenek, güzel oyununu bir de golle taçlandırdı. Golde biraz da şans payı olduğunu söylemek lazım.
Maçın sonunda gülen taraf Del Piero'nun iki, Giovinco ve Salihamidzic'in birer golüyle Juventus oldu. Fakat bundan daha umut verici olan, Juventus'un uzun yıllar bir lider oyuncu sıkıntısı çekmeyecek olması. Zira Giovinco, kendisinden 12 yaş büyük 'abi'sinden faydalanabilirse, önümüzdeki 10 yılda bize onun eksikliğini hissettirmeyecek gibi gözüküyor.

Not: Fotoğraf Del Piero'nun skoru 3-1'e getiren golünden sonraki sevincinden bir kare. Yüzündeki hırsda bakıldığında, 34 yaşında bu kadar formda olmasının tesadüf olmadığı çok açık görülüyor.

14 Mart 2009

Türk Ronaldinho

Ey Ruh!

Şu Iniesta'yı bi check-up'tan falan geçirin kardeşim, adam sahada ruh gibi geziyor. Ya da boşverin check-up'ı, bi solaryuma girsin!

UEFA'da Son 16

Haftasonu Futbol

13.03.2009 Cuma
20.00 Fenerbahçe - Kocaelispor (Lig Tv)
21.30 Wolfsburg - Schalke 04 (24)

14.03.2009 Cumartesi
13.00 Karabükspor - Diyarbakırspor (D Spor)
14.30 Hibernian - Hearts (Futbol Smart)
14.45 M. United - Liverpool (Spormax)
15.15 Ankaragücü - Sivasspor (Lig Tv)
16.30 H. Berlin - B. Leverkusen (24)
17.00 Middlesbrough - Portsmouth (Spormax)
19.00 Cagliari - Genoa (Ntv Spor)
19.00 Beşiktaş - Gençlerbirliği (Lig Tv)
19.20 Doncaster - Birmingham (Futbol Smart)
20.00 Nantes - Lorient (Kanal A)
21.30 Juventus - Bologna (Ntv Spor)
22.00 Bordeaux - Nice (Kanal A)
23.00 S. Lizbon - Rio Ave (Spormax)
23.00 A. Bilbao - R. Madrid (Ntv)
23.20 Lanus - Colon (Ntv Spor)

15.03.2009 Pazar
13.00 Boluspor - Kasımpaşa (D Spor)
13.30 Feyenoord - PSV (Futbol Smart)
15.15 Bristol - Cardiff (Futbol Smart)
15.30 Chelsea- M. City (Spormax)
16.00 Siena - Milan (Ntv Spor)
18.00 A. Villa - Tottenham (Spormax)
18.00 Lyon - Auxerre (Kanal A)
18.00 Hamburg - E. Cottbus (24)
19.00 Trabzonspor - Glatasaray (Lig Tv)
20.00 A. Madrid - Villarreal (Ntv Spor)
22.00 PSG - Marsilya (Kanal A)
22.00 Almeria - Barcelona (Ntv Spor)
22.15 Porto - Naval (Spormax)

16.03.2009 Pazartesi
20.00 Manisaspor - Sakaryaspor (D Spor)
22.00 West Ham - W. Bromwich (Spormax)

credit : Tribün Dergi

13 Mart 2009

Neden Ben?

“Hey coach, heey. Coach? Why me?”

Duyabildiğim kadarıyla böyle seslendi Lincoln çiçeği burnunda teknik direktörüne oyundan alınırken. Haklı mı haksız mı ona sonra geleceğiz.

Çıkan kadrolara bakalım :

Hamburg
Rost, Boateng, Alex Silva, Mathijsen, Aogo, Benjamin, Jarolim, Trochowski, Jansen, Petric, Guerrero
Subs: Hesl, Gravgaard, Torun, Pitroipa, Ndjeng, Rincon, Olic

Galatasaray
De Sanctis, Sabri, Emre Aşık, Hakan, Volkan, Barış, Ayhan, Arda (Dk. 83 Hasan), Lincoln (Dk. 58 Mehmet Güven), Kewell, Nonda (Dk. 73 Ümit)
Subs: Orkun, Semih, Mehmet Güven, Yaser, Serkan, Ümit, Hasan

Goals: 0-1 Akman (32.), 1-1 Jansen (49.)

Attendance: 50,500 (sold out)

Referee: Viktor Kassai (Hungary)

Booked: Guererro, Aogo, Jarolim, Boateng / Özbek, Yaman, Turan

Sent off: - / Emre Asik (52.)

Bir çoğumuzun bildiği üzere Hamburg da son dönemde defansif yönden sıkıntılı. Bek Demmel ve stoper Gravgaard önemli eksiklerdi. Gravgaard’ın yerini orta sahadan Alex Silva’yı geri çekerek doldurdular. Ayrıca kaleci Rost’un uzaktan şutlarla arasının limoni olması Hamburg’un bizi sevindiren dezavantajlarındandı. Bütün bunlara bir kaç maçlık formsuzluğu da ekleyip Galatasaray’ın avrupa performansını düşününce şartlar eşitleniyordu.

Galatasaray’da ise beklendiği gibi uyumlu sol koridor bozulmuş, Hakan Balta stopere çekilmişti. Uyumsuz bir tandem, maç eksiği olan bir sol bek, pimi çekilmiş bir sağ bek. Böyle bir defans kurgusuyla - beklendiği gibi- başladı Galatasaray. Kadro hakkında şahsi birşeyler söylemek gerekirse, sahaya çıkan takıma Nonda dışında itiraz edemem fakat Bülent Korkmaz’ın maç içi yanlış hamleler yaptığını düşünüyorum ki bunlara sırayla değineceğiz.

İki takım da birbirinin orta sahasını bozmaya çalıştı dün. Hamburg Guerrero’yu orta sahaya yakın kullandı, ileride ise Petric yalnızdı. Olic’in yedek kalması Galatasaray’ın ekmeğine yağ sürdü, çünkü sürati ve şut tekniği, bu bu defansı rahatça altedecek düzeyde.

Maç düşündüğüm gibi iki takımın da tam anlamıyla yüklenmeye cesaret edememesiyle orta alanda geçiyordu ki kontrayı yakalayan Galatasaray şanslı bir şekilde de olsa golü buldu. Buna karşılık olarak Hamburg’un bir kaç atağı De Sanctis’in ellerinde eriyince soyunma odasına önde giden biz olduk.

İlk yarıda en çok dikkatimi çeken –savunanların fazlalığına karşın- Nonda’nın etkisiz oyunu oldu.İleride top tutması için kadroda olan adam aldığı topu 30 metre geriye taşıyabiliyorsa, kendi sahasından ontra atağa çıkarken topu durdurup etrafına bakıp sonra da 10 metre geriye pas veriyorsa ben o seçimi sorgularım. Dün bırakın ileride top tutmayı, defansı dağıtmayı/rahatsız etmeyi, şut çekmekten bile aciz bir Nonda vardı sahada. Maça Ümit Karan’la başlansaydı en azından Hamburg geri dörtlüsünün rahat top yapması engellenmiş olacaktı. Ayrıca bitirici vuruş üstünlüğü de cabası. Ümit’in ligdeki form düşüklüğünü bahane olarak ısıtıp sunanlar bireysel olarak takımın 2.yarı form grafiğine bir baksınlar derim.

Devre arası Martin Jol ateşli bir konuşma yapmış olmalı ki Hamburg ikinci yarıya daha istekli girdi, istediğini 10 dakikada elde etti. Sonrası ise “ha yedik ha yiyeceğiz” diye sıkıntılı geçen, dünyaca ünlü bir orta saha oyuncusunun stoper oynatılmasıyla hayretler içinde izlenen bir ikinci yarı. Golde yine defans yapmaktan anlamayan Sabri’nin hatası var, üstüne gidip orta yapmasını engellemeliydi. kırmızı karta gelirsek, ağır bir karar olduğunu düşünüyorum. Elleri havada koşan Emre’nin şansı şöhretine ihanet etmedi. Sarı kart normal bir karar olurdu, macar hakem Kassai de 53 dakikalık duruşundan geri adım atmayınca haksız bir karara imza attı. Özellikle oyunun başlarında çaldığı düdükler genel olarak iki takımın da oyununu etkiledi.

Kırmızı kart sonrası Nonda yahut Arda’nın çıkmasını bekliyordum şahsen. Nonda’yı çıkartıp o bölgeye Kewell’ı çekmek oldukça mantıklı bir hamle olacakken Lincoln’ün çıkarılması en az Lincoln kadar beni de şaşırttı. Lincoln’ü çıkartıp defans alsaydı böyle bir tepki olacağını sanmıyorum ama “sırf kendisinden daha çok koşması bekleniyor diye” orta sahaya takviye olarak Mehmet Güven’in alındığını görünce tepki göstermemek de elden gelmeyebilir sanırım. Fakat ne kadar haklı da olsa bu tür kaprisleri sonunu hazırlıyor Lincoln’ün, bunu da tarihe not düşelim. Kewell da geldiğinden beri kanat oynatılmakta ısrar ediliyor ama daha önce oynadığı takımlardan bildiğimiz üzere ofansif orta saha ve forvette de oynayabilen bir oyuncu. Şutlarından, derinlemesine paslarından faydalanmak için orta alana daha yakın oynatmak akılcı olabilir.

Mehmet Güven’e de bir parantez açmak lazım. 4 teknik direktör eskitti, bu 4 hoca transfere on milyon dolarlar harcadı, bu adam hala burada. Altyapıdan çıkmış oyuncu bulundurma kontenjanından yer buluyor sanırsam. Açıkça söylemem gerekir ki an itibariyle Galatasaray kalibresinde olmayan ve olacağı umudunu da vermeyen bir oyuncu.

Bülent Korkmaz çok da savunduğum bir seçim değildi Skibbe sonrası. Kendisinin takıma gelmesini her ne kadar istiyor olsam da şu an içinde bulunduğumuz ortam kendisi için çok da uygun değil diye düşünüyordum. Fakat dün Kewell’ı stoper oynatma kararıyla ve Semih Kaya’ya gösterdiği güvensizlikle güvenimi iyice sarstı, mesele Kewell’ın iyi ya da kötü oynaması değil. Bir orta saha/forvet oyuncusundan stoper çıkartma çılgınlığı yerine halihazırdaki stoperi oyuna sokmak daha mantık dahilinde bana göre.

Meira’nın satışının düşüncesizliği bu dönemde ortaya çıkacak. Umarım onu aramayız.

10 Mart 2009

12-1

Bayern Münih-Sporting Lizbon eşleşmesinin iki maçtaki toplam skoru bu: 12-1... Ligde bir türlü takımına istediği oyunu oynatamayan Jürgen Klinsmann, bu skorlarla biraz da olsa kendisini garantiye almış gözüküyor.
Münih'in geçen sene UEFA 2. turunda Anderlecht'i toplamda 6-2'lik skorla elediği düşünüldüğünde, bunun bir 'Münih geleneği' olduğu düşünülebilir. Fakat geçen sene yarı finalde yaşanan Zenit hezimeti bu sene daha erken yaşanacağa benziyor. Özellikle kura çekiminde karşılarına Barca ya da Manchester United gibi 'iyi' bir takımı karşılarında bulurlarsa...

This is My House!

Dün gece American Airlines Arena tarihe geçecek bir maç ve bireysel performansa sahne oldu. İki uzatmaya giden müthiş mücadelede Miami, Bulls'u 130-127 malup ederek inanılmaz bir zafer elde etti. Fakat bir isim vardı ki bugün Tanrı, Majesteleri'nden sonra onun da kılığında sahaya inmişti. 48 sayı, 12 asist, 6 ribaunt, 3 blok, 4 top çalma-biri var ki tarihin gördüğü en iyi top çalma- ve en önemlisi %71 (15-21) gibi bir saha içi yüzdesi. İşin aslı ise D-Wade'in tüm bunlarla yetinmeyerek uzun süredir göremediğimiz güzellikte gerçek bir 'game-winner' sayısına imza atması...

2. uzatmanın bitimine 11.2 saniye var ve son hücumu Bulls kullanacak. (En azından biz öyle sanıyoruz.) John Salmons topu aldığında esas oğlanımız çaylak Rose'u savunmakta. Salmons penetresine başlıyor. Wade avını bekleyen kurt edasıyla hareketlerini izliyor, tam el değiştireceğini anladığı anda atılıp topa baltayı indiriyor. Muazzam bir zamanlama ve denge ile Wade 2 saniyelik drive dan sonra şutu gönderiyor. 'Wade with the steal for the win...yeaahhh...' duymaya alıştığımız spikerin çığlıkları ve American Airlines'ta 20.000 kişi ayakta. Wade koşuyor, biz de ne Kobe, ne LeBron, ne Howard, Miami beşinci, olmayacağını biliyoruz ama bu sene bizim MVP'miz sensin derken Wade sanki bizi duyuyor, Airlines'ta on binlere haykırıyor: 'THIS IS MY HOUSE'...

9 Mart 2009

Marco Di Vaio

15 senelik futbol hayatında herhangi bir kulübe bağlı kalabildiğini göremedik Marco Di Vaio'nun. Lazio'yla başladığı ve arkasından Verona ve Bari'de geçirdiği pek de önemli olmayan yılları saymazsak, Di Vaio için başlangıç Salernitana'da oldu diyebiliriz. Takımdaki ilk senesinde attığı 21 golle Serie B'de gol kralı olduğu zaman daha 21 yaşındaydı. Takımının üst lige de çıkmasıyla İtalya'da tanınan bir figür haline gelmişti Di Vaio. Salernitana 1 sene bile dayanamayıp, kendini Serie B yollarına bırakınca, Di Vaio'ya da yol gözükmüş oldu başka bir Serie A takımına doğru.

İtalya'da sezonu 4. sırada bitiren son UEFA Kupası sahibi Parma yeni adresiydi artık. Crespo'nun partneri Enrico Chiesa'nın takımdan ayrılmasıyla bir forvete gereksinim duyan Parma için de iyi bir transferdi bu. İlk sezonundaki etkisiz performansını ikinci sezonunda geliştiren Di Vaio, 3.sezon ligde attığı 20 golle adeta patlama yapıyordu fakat takım alışılmışın dışında 10.sırada bitiriyordu ligi. Kazanılan İtalya Kupası ise Avrupa Arenası'nda devamlılık sağlayabilme açısında ilaç gibi gelmişti. Marco'nun gözü ise daha yükseklerdeydi. Serie A'da şampiyonluk kazanmak isteyen bir oyuncu için en kolay olanının seçti: Juventus. Takıma katıldığı ilk sezon yaşadığı şampiyonluğun onun için tek Juventus için de son olacağını kimse tahmin etmiyordu.


Malumunuz bir türlü yerinde duramayan adam Di Vaio 2 senelik Juve kariyeri sonrası soluğu İspanya'da aldı. Parma'ya gidişinde olduğu gibi tercihi yine son UEFA Kupası sahibi Valencia'ydı. Valencia kariyerinin başında oynadığı Süper Kupa Finali'nde Porto'ya attığı golle takımına kupayı getiriyordu. Sezonun geri kalanı Valencia için kötü giderken Di Vaio ligde oynadığı 29 maçta attığı 11 golle takımın en golcü oyuncusu oluyor fakat 2005 yazında takıma katılan David Villa faktörü yüzünden ara transferde Monaco'ya kiralık olarak gidip, sezon sonunda orda kalmaya karar veriyordu. Toplam 1 sene kaldığı Fransa'dan yine bir kış günü ülkesinde, Genoa'ya buldu kendisini. Genoa'da geçirdiği çok da etkileyici olmayan günlerini yine 1.5 sene sonunda sonlandırıp ve artık son olmasına istediğimiz şu anki takımı Bologna'ya kiralık olarak atıyordu kapağı.

Serie A'da ilk senesini geçiren çoğu takım gibi hedefli ligde kalmak olan Bologna Daniele Arrigoni yönetiminde çıktığı 10 maçta yalnızca 2 galibiyet alıp 6 puan toplayınca hoca değişikliği yapıyor ve frikik üstadı Sırp Siniša Mihajlović ilk teknik direktörlük deneyimini yapmak üzere takımın başına getiriyordu. Mihajlović sonrası çıktığı 17 maçta 14 gol atan Di Vaio küllerinden doğmak terimini en ince ayrıntısına kadar anlattı bizlere. 33'e dayanan yaşına rağmen pes etmeyen Di Vaio, kariyerinde 9 senelik bir yeri olan, şampiyonluğu tattığı ama gol kralı sıfatına bir türlü erişemediği Serie A'da, ilk defa bu kadar yakın bu ünvana. Arkasından takip edeni çok ama bu saatten sonra gönlümüz onunla beraber bu krallık yarışında... Unutmadan 1,78 boyundaki bir adam nasıl bu kadar etkili olabiliyor kafa toplarında, bunu da bir anlatsan ya Marco Paşa...

Fergie'nin Finalleri

KUPA
KAZANDIĞIKAYBETTİĞİ
%
Şampiyonlar Ligi
2 (99, 08)0100%
Kupa Galipleri Kupası
2 (83, 91)0100%
FA Cup5 (90, 94, 96, 99, 04)3 (95, 05, 07)63%
Lig Kupası3 (92, 06, 09)3 (91, 94, 03)50%
İskoçya Kupası4 (82, 83, 84, 86)0100%
İskoçya Lig Kupası1 (86)2 (79, 80)33%
TOPLAM
17868%

Yukarıdaki tablo Sir Alex Ferguson'un teknik direktörlük kariyeri boyunca çıktığı kupa finallerini gösteriyor. Tabloyu Skysports'dan Martin Tyler hazırlamış.
Fergie, bugüne kadar çıktığı 25 finalin 17'sini kazanarak oldukça yüksek bir yüzde tutturmayı başarmış kupa finallerinde. Bu yüzde, finallerde başarılı olmayı asla başaramayan Arsene Wenger'i getiriyor akıllara. İki büyük teknik adam arasındaki belki de en önemli fark bu olsa gerek.
Bugüne kadar kariyerinin her alanında bir 'winner' olmayı başarabilmiş Fergie, yarın Inter ile sezonun en önemli maçlarından birini oynayacak. Artık kariyerinin son yıllarını, hatta belki de son yılını yaşamaya hazırlanan bu İskoç, yukarıdaki 'Kazanan' hanesine tek sezonda yeni birkaç zafer daha ekleyip yüzdesini iyice arttırmak istiyor. FA Cup ve Şampiyonlar Ligi'nde yoluna devam ettiği düşünüldüğünde, bu tablonun değişmesi çok da zor görünmüyor. Yeter ki United istesin...

8 Mart 2009

Dipte Yeşeren ve Kaybolan Umutlar

Turkcell Süper Lig'de 23. hafta maçları, hem dipteki hem de zirvedeki birçok takımın umutlarını yeşertti. Zirvedeki mücadeleyi başka bir yazıya bırakalım, düşmemek için verilen kıyasıya mücadeleyi ele alalım.
Ligin başından beri ligin en diplerinde yer alan iki takımdan başlayalım: Hacettepe ve Kocaelispor. Birkaç hafta öncesine kadar aynı puanda olan bu iki takım, son haftalardaki performanslarıyla kaderlerini çizdiler. Kocaelispor, bugün aldığı Eskişehirspor galibiyeti ile ligin sonuna kadar düşmemek için savaşacağının sinyallerini verdi. Özellikle üstlerinde yer alan takımların da bu hafta puan kaybetmesi, iştahlarını kabartmış olsa gerek. Hacettepe ise bana göre son şansları olan Beşiktaş maçındaki mağlubiyetle çok büyük ölçüde lige veda etti. Zaten geçen seneki Osman Özdemir önderliğindeki genç kadronun tadını hiçbir zaman veremedi Hacettepe. Osman Özdemir gibi takımı bu kadar yükseklere taşımış bir değerle yollarını ayırmaları büyük ölçüde sonlarını hazırlamıştı zaten.
Bu iki takımın dışında düşme hattında beklenmedik takımlar var. Ligdeki prestiji bakımından Ankaragücü, kadro kalitesi olarak da İBB bu noktada bulunmayı haketmiyor. Zaten saydığım nedenlerden dolayı bu iki takımın düşeceğine ihtimal vermiyorum.
Tehlike bölgesindeki dğer takımlar Antalya, Konya, Denizli ve Eskişehir olarak sıralanıyor. Bu beşliden bir ya da iki takımı da seneye Bank Asya'da izlememiz sürpriz olmayacaktır.
Turkcell Süper Lig 2008/2009 sezonu şimdiden büyük bir heyecana sahne oldu. Haftalar ilerledikçe düşme potasındaki heyecan daha da artacaktır. Sene sonunda en azından bir Belediye takımından kurtulmak dileğiyle...

Sonunda...




Sitenin açılışından beri üstünde durmaya çalıştığımız konulardan biri yeni stadyumlar. Bugün, gelişimini kademe kademe yayınladığımız bir stadın açılışına tanık olduk. Kayseri Kadir Has Şehir Stadyumu, 8 Mart 2009 itibariyle kullanıma açıldı. Bu tarih, şüphesiz ki Türk futbolu adına çok önemli. Bütün Turkcell Süper Lig takımları bu seviyedeki stadlara kavuştuğunda, dünyanın dört bir tarafında sözü geçen ve yayınlanan bir lige sahip olacağız. Darısı şimdilik Galatasaray'ın, sonrasında bütün Türkiye'nin başına...

Ters Kademe'de Kadir Has

Kanarya Yavaş Yavaş...

Süper Lig'de haftanın maçı Kayserispor-Fenerbahçe maçını geri bıraktık. Bu mücadele ligdeki dengeler adına önemli bir maç olmasının yanında Kadir Has Stadyumu'nun açılış maçı olması nedeniyle de ayrı bir önem taşıyordu. Bu zorlu maçı Fenerbahçe ilk yarısında sezonun en iyi futbollarından birini oynayarak 2-0 kazanmasını bildi ki bana göre Volkan'ın kırmızı kartı olmasaydı bu iyi oyununu ikinci yarı da sürdürerek farkı açması içten bile değildi.

Maç boyunca sahada uzun süredir görmediğimiz derecede kontrollü ve ne yaptığını bilen bir Fenerbahçe vardı. Üst seviyedeki defansif konsantrasyon ilk yarıda Kayseri'ye Topuz'un şutları dışında pozisyon şansı vermedi. Maçın en iyileri Lugano ve Gökhan Gönül özellikle kademede inanılmaz başarılıydı. Roberto Carlos defanstaki çabukluğunun yanı sıra bu maç özellikle hücuma çok fazla katkı sağladı. Uzun mesafeden ayağa attığı milimetrik paslarla takımını pozisyona soktu, iki golde de onun payı vardı. Alex çok etkili olmasa da ayağına gelen her topu olumlu kullandı ve harika da bir gol attı. Semih de bildiğimiz arkası dönük takıma çok katkılı oyununu oynamasa da çok koştu ve orta sahaya kadar gelip pas alış-verişlerinde bolca gözüktü. Fırsatçılığını ve takipçiliğini konuşturarak artık alıştığımız gollerinden birini Kayseri ağlarına göndererek Kadir Has'ta gol atan ilk oyuncu ünvanını aldı.

İkinci yarının başında Volkan bizlere en çok kırmızı kart gören kaleciler listesinde rekor kovaladığını yine gereksiz agresif bir hareketiyle oyundan atılarak kanıtladı. Kart kesinlikle doğruydu. Bunun üzerine Aragones tercihini Deivid'i çıkarmaktan yana kullandı. Her ne kadar maç boyunca etkisiz gözükse Deivid kanadında savunmaya sık sık yardıma gelen bir oyuncu olduğundan Fener'in sağı aksamaya başladı. 'Dede' daha sonra Guiza'yı sahaya sürüp ona sağın savunmasına yardım etme talimatını verse de bir işe yaramadı. İlk yarıda Cangele ve Bilal'in defansın arkasına attığı topları çok rahat kesen savunmanın kademe anlayışı kayboldu ve bunun üzerine Kayseri pozisyonlar bulmaya başladı. Fakat yine de Gökhan ve Lugano nasıl bir ruh halindeyseler artık pozisyonları engelleyemiyorsak biz de topun üzerine atlarız prensibiyle rakip forvetlerin son vuruşlarına müthiş zamanlama gerektiren kritik müdaheleler yaparak tehlikeleri önlediler. Tüm bunları göz önüne alırsak Fenerbahçe'nin istediği zaman gerçekten çok iyi savunma yapabildiği kanısına varabiliriz.

Kayseri'de ise bana göre iki oyuncu dışında iyi oynadı diyebileceğimiz isim yoktu. Bunlardan biri gerek etkili şutları, direkten dönen topu; gerek attığı derinlemesine paslar ve koşularıyla Fener'i zorlayan Mehmet Topuz. Diğeri ise özellikle kontralarda yaptığı kritik müdaheleler ve genç yaşına rağmen formasının hakkını her zaman olduğu gibi bu maçta da veren Eren Güngör. Gerçekten müthiş bir defansif yeteneği var ve geleceği çok parlak. Umarız bu istikrarını korur.

Fenerbahçe son haftalardaki başarısını bu maçlada sürdürerek önemli bir üç puanı hanesine yazdırdı. Aragones'in de Fener'i eski oturmuş sistemiyle oynatmasının bunda payı büyük. Her maça bu konsatrasyonla çıktığında, bu defansif başarıyı gösterdiğinde durdurulması güç bir takım olacaktır. Sarı Kanarya yavaş yavaş toparladı ve sezon başında hayal gibi gözüken şampiyonluğa bu futboluyla göz kırpıyor...

Lille vs. Lyon

Ligue 1'in patronu Lyon, bu sezon Lille ile 3. kez karşılaştı bugün. Lille Metropole'deki maçı, ev sahibi 2-0 kazandı. Bu mağlubiyetle Lyon ile PSG arasındaki puan farkı 1'e indi.
Bu maç, bu sezon Lille'in Lyon'a yaşattığı ilk hayal kırıklığı değil. Çarşamba günü oynanan Fransa Kupası maçında, iki takım yine aynı stadda karşılaşmış, Lyon'u 3-2 ile geçen Lille kupada rakibini saf dışı bırakmıştı. Ligin ilk yarısında iki takımın Stade de Gerland'da oynadığı maça baktığımızda da farklı bir tabloyla karşılaşmıyoruz. Bu maçta da Lille 2-2'lik beraberlikle sahadan ayrılarak, Lyon'un cepte gördüğü 3 puanı rakibinden çalmış.
Her ne kadar geçmiş senelerde Lyon'un Lille karşısında zorlanmadığını görsek de, bu seneden itibaren bu tablo değişecekmiş gibi görünüyor. Şüphesiz sahada 11 tane Lille formalı oyuncu olduğunda Lyon'lu oyuncuların psikojileri artık çok daha farklı olacak.

5 Mart 2009

Return of the King

Ronaldo tam 387 gün sonra, dün brezilya kupasında İtumbiara'ya karşı sahaya çıktı. Kilolarından kurtulamamış olsa da, kondüsyon eksikliği göze çarpsa da topun ayağında göründüğü şu fotoğraf bile insanı heyecanlandırmaya yetiyor. umarız yakın zamanda toparlayıp eski günleri hatırlatan gollerinden atacaktır.

4 Mart 2009

Bremen 10'u özlemiş..

Werder Bremen sezon başından beri süren formsuz ve moralsiz haftalarından kurtulmuş gibi bir görünüm sergilemeye başladı Uefa'da Milan'ı elemesinin ardından. Ligde de oynadığı Bayern Munich maçında 70 dk. 10 kişi oynamalarına rağmen iyi dayandılar ve beraberlik almayı başardılar. En son olarak da bugün kupada Wolfsburg'u Diego'nun etkili oyunuyla 5-2 mağlup ettiler. Bu değişiklikte takıma geri dönen Diego'nun payının büyük olduğunu söylemeye gerek yoktur heralde. Takıma katılmasıyla beraber Werder'in bildiğimiz hücum zenginliğine kavuştuğunu gördük. Bu haftasonu bence Werder Hoffenheim'ı da yenip ne kadar kendisi üst sıralarda olmasa da ordaki dengeleri bozucaktır. Uefa'da da final görürler bence ancak ligde ilk 5'e girmeleri bu sezon çok zor. Umarım onu da başarırlar.

Meira Zenit'e Gitmiyormuş!

Galatasaray Futbol Şube Sorumlusu Haldun Üstünel, Meira'nın Zenit'e gideceği hakkında çıkan haberlerin gerçeği yansıtmadığını açıklamış. Öyle bir teklif gelmemiş, olsa zaten söylermiş (tüh!!). Galatasaraylı taraftarları yıkan bir açıklama olsa gerek bu!!

Naldo'ya 3 maç ..

Bayern Munich ile oynanan maçın 22.dakikasında, Schweinsteiger'i gole giderken düşürmesiyle kırmızı kart gören Naldo'ya 3 maç ceza geldi. Werder Bremen adına olumsuz bir gelişme gibi görünse de bence defansif açıdan olumlu olma ihtimali de yüksek. Çünkü Naldo ve Mertesacker ne kadar iyi stoper olsalarda aynı tipte oyuncular. Hava toplarında etkililer ancak, çabuk değiller. Tomas Schaaf'ın Naldo'nun yerine çabuk ve iyi bir kesici olan Passenen'i stoperde oynatacağını düşünürsek bence takıma fayda sağlayacaktır bu olay zorunlu olsa da.

2 Mart 2009

Giampaolo Pazzini

Kalitesi belli olan bir futbolcu 25 yaşına gelmiş olmasına rağmen hala takımında banko oynayacak durumda değilse kendisini başka diyarlara atması en mantıklısıdır. Birkaç sene daha beklenilirse iş işten çoktan geçmiş olabilir. Bu yüzdendir ki Pazzini'nin devre arasında Sampdoria'ya katılışı çok mutlu etti beni. Fiorentina'nın Genç Semih'i olmasına ramak kalmıştı çünkü. Bu değişimin Pazzini'yi iyi etkileyebileceğini düşünmek pek de zor değildi ama yeni takımıyla çıktığı 8 maçta 6 gole ulaşacağını gerçekten beklemiyorduk. Bu transferin Pazzini'nin açısından -en azından bu zamana kadar- müthiş olduğu apaçık ortada.
Bir de Sampdoria tarafından bakmak lazım olaya. Cassano gibi takımın üzerinde ismi olan, hızlı ve müthiş bir çalım yeteneğine sahip bir forvetin yanına bir de Pazzini gibi 1.80'lik boyuna rağmen hava toplarında inanılmaz etkili, yanındaki arkadaşını da oynatabilen bir santrafor alınca ofansif anlamda Serie A'nın en etkili takımlarından oldular. Ligdeki yerleri yanıltmasın 6 maçtır kaybetmiyorlar ve geçen hafta Milan'ı bu ikilinin birer golüyle 2-1 devirmeyi başardılar. Avrupa'da ara transfer döneminin en etkili birlikteliği Pazzini ile Sampdoria arasında olmuş gibi gözüküyor.
Yaşlanan bir Luca Toni var Lippi, bu çocuğa şans vermenin zamanı geldi de geçiyor artık...