Türkiye'nin dün Estonya karşısında aldığı 4-2'lik galibiyet ve sergilediği başarılı hücum futbolundan sonra gruptan çıkma hayalleri iyice alevlenmeye başladı. 'Bosna deplasmanından alınacak bir galibiyet' ile başlayan cümleler, 2010 Haziran'ında Türkiye'yi izleme hayaliyle birleşince, ortaya tehlikeli derecede hayalperest olan açıklamalar çıkıyor. İşte bu yazıda, Türkiye'nin 2010 Dünya Kupası'na gitme ihtimalini olabildiğince objektif bir biçimde değerlendirmeye çalışacağım.Öncelikle gruptaki puan durumuna bir göz atalım. İspanya birincilik koltuğunu garantilemişken, Bosna Hersek ve Türkiye arasında bir ikincilik mücadelesi olacağı gayet açık bir biçimde görünüyor. Belçika ise Bosna'nın 8 puan gerisinde kalarak şansını kaybetmiş durumda.
Bu tabloya baktığımızda Çarşamba günü oynanacak Bosna-Türkiye maçının önemi açıkça görünüyor. İşte asıl problem de burada başlıyor.
Son olarak Rıdvan Dilmen'in de dahil olduğu yorumcular kervanı, bu maçı kazanacağımızı varsayıp kalan maçlardan bir ihtimal hesaplamasına girişiyorlar. Fakat Estonya'dan 2 gol yiyen bir defansın, Misimovic-Ibisevic-Dzeko-Muslimovic 4'lüsüne karşı neler yapacağı merak konusu. Aynı zamanda yenilecek erken bir golün de takımdaki motivasyonu dibe çekeceği bir gerçek. Unutmayalım ki; Norveç, Çek Cumhuriyeti ve Hırvatistan tipi mucizevi maçlar, 40 yıl sonra bile hatırlanacak maçlardır. Dolayısıyla, yenen her golü çıkaramayacağımız bir gerçek, özellikle Bosna gibi zor bir deplasmanda.
Bütün bu dezavantajlara rağmen, Bosna'yı deplasmanda mağlup ettiğimizi varsayıp önümüzdeki maçlara bakalım. Bosna, aldığımız galibiyete rağmen, hala bizim 1 puan önümüzde yer alıyor olacak. Dolayısıyla bizim yine bütün maçlarımızı kazanmamız şart. Kendi evimizde Ermenistan'ı yeneceğimizi varsayıp, bana göre en az Bosna deplasmanı kadar zor bir maça, Belçika deplasmanına göz atalım.
Belçika ile Kadıköy'de oynanan ve 1-1 biten maçtan sonra şöyle bir yazı yazmıştım Belçika takımının fazla küçümsendiği ile ilgili. Fellainili, Defourlu, Witselli bir Belçika bekliyor olacak bizi. Her ne kadar son senelerde işler ne zaman sıkışsa kazanmayı bilen bir takım olarak gözüksek de, bu maçın da gerçekten zorlu geçeceğini düşünmek lazım.
Belçika deplasmanında da galip geldiğimizi varsayalım, ve maalesef bizim için iş burada da bitmiyor. Bosna'nın İspanya'ya karşı bir mağlubiyet ya da beraberlik almasını bekliyoruz. İspanya'nın galibiyet serisi bu maça kadar devam etse Bosna'ya acımayacaklarını söyleyebilirdik, fakat Konfederasyon Kupası'ndaki ABD yenilgisi ile galibiyet serisini de tarihe gömmüş oldular. Yani bu maçta Bosna'nın karşısında rahatlamış ve amaçsız bir İspanya göreceğimizi söylesek yanılmış olmayız. Kısaca, Bosna'nın kendi göbek bağını kesecek olması şu anda en büyük avantajları olarak göze çarpıyor.
Şimdi, bütün bu yukarıda yazdığım ihtimallerin lehimize geliştiğini ve grupta ikinciliği aldığımızı düşünelim. Bütün yorumcular, sanki iş burada bitiyormuş gibi bir tavır takınsa da; bana göre asıl macera bundan sonra başlıyor. Zira, Türkiye Milli Takımı'nın pek de beceremediği bir seriye geliyor sıra: Baraj maçları...2002 Dünya Kupası öncesindeki Avusturya maçlarından sonra iki büyük fiyasko yaşadık baraj maçlarında. 2004'ten önce Letonya, 2006'dan önce İsviçre -ki bu iki takım da çekebileceğimiz en kolay kuraydı- maçlarını unutmak henüz kimseye nasip olmamıştır. Bu seferki play-off maçlarının ise daha dişli olacağını söylemeye gerek bile yok. Zira; İsveç, Yunanistan, Rusya, Fransa, Hırvatistan gibi takımlar bekliyor bizi bu kurada. Bu takımların herhangi biriyle eşleşsek şansımızın %50'den fazla olduğunu söyleyen çıkmaz herhalde.
Play-off aşamasında çekebileceğimiz bunlardan daha kolay takımlar olsa da, o takımların da bu kupaya gitmeyi en az bizim kadar istediği gerçeğiyle baş etmek zorunda kalacağız. Yani her halükarda, 180 dakikalık bir savaştan galip ayrılmamız gerekecek. Ve eğer bunu başarabilirsek, 2010 Haziran'ında Güney Afrika'nın kapıları ardına kadar açılacak.
2010 Dünya Kupası'na katılmamız için gereken şartları yukarıda saydım. Bunların hepsinin eksiksiz gerçekleşmesi, bana göre %10'dan fazla bir ihtimal değil. Her ne kadar futbolda yüzdelerle konuşmak saçma gözükse de, herkesin kendisini 2010'u televizyondan seyretmeye alıştırması gerekiyor. Çünkü, üzgünüm ama, büyük sürprizler yaşanmazsa, Dünya Kupası'na gitmemiz çok zor görünüyor.



Valencia'ya bakanlar Villa'nın ne yapıp yapmayacığıyla o kadar meşgul ki takımda olan diğer olaylara kimsenin aldırış ettiği yok. Son 3 sezondur yazın transfer dönemi başlar başlamaz İngiltere'nin 4 Büyükleri ile Real-Barça kıskacından bir türlü kurtulamayan adam oldu Villa. 3 senedir ha gitti ha gidecek ama bir türlü gerçekleşmiyor transferi. Bu kadar başarılı olmasına rağmen artık Valencia taraftarı da sıkıldı bu gitmek isteyip de gidememe işinden. Neyse biz asıl meseleye dönelim.








Vefalı taraftarlar biraz uğraşla 

















Bugün ilk günüydü Roland Garros 2009'un. Trt-3 ve Eurosport naklen yayınlıyorlar turnuvayı. Aralarında görüntü kalitesi açısından büyük fark olsa da bu alternatifi sağladığı için tebrik etmek lazım Trt'yi. Merkez Kort'taki ilk maç son şampiyon Ana Ivanovic ile genç İtalyan Sara Errani arasındaydı. İvanovic çok zorlanmadan 2-0 aldı. İkinci maçta ise Marat Safin ile Alexandre Sidorenko karşı karşıya geldi. Bu maçı izleme şansımız oldu. Biraz Monaco Grand Prix'i ile kaynasada belli bir bölümünü izleyebildiğim maç, Safin'in 6-4*3 ü ile 3-0 bitti. . Bugünkü maçta dikkat çeken olay; skor olarak kolay görünsede aslında çok çekişmeli ve zor geçen maçta Safin'in kendi ölçütlerini barem aldığımızda sergilediği sakin oyundu. Sidorenko daha çok genç bir tenisçi ve tecrübeye ihtiyacı var bunu kabul ediyoruz. Seyirci desteği onun için yeterli değil Safin gibi bir tenisçiyi yenmek için ama Safin'in de hakkını vermek gerekiyor. File önüne çok iyi gelip yaptığı klas vuruşlar, fizik üstünlüğünü kaybetmemiş olması ve bahsettiğimiz gibi sinirlerine hakim görüntüsü maçtaki artılarıydı. İzlediğim bölümde ilk servislerde iki tenisçi de sıkıntı yaşadı biraz da bunun sayesinde çokça kırılan servis gördük. Safin'in 2002 deki yarı final başarısını tekrarlaması zor ama 4.turda olası bir Safin-Simon eşleşmesine de hazır olmak lazım. Eski Dünya 1 numarası Safin artık Dinara Safina'nın kardeşi olarak anılması olayına gelirsek. Şimdinin Bayanlar Dünya 1 numarası Safina'nın ağabeyinden daha fazla ilgi görüyor olması doğal. Aradaki yaş farkıda göz önüne alındığında yarınlar Safina'nın gibi duruyor. Bayanlarda uzun bir süredir yaşanan bu Grand Slam kazanmadan 1 numara olma olayı da bu turnuvada son bulabilir. Son finalist Safina, teklerde ilk Grand Slam'ini kazanabilir. Tabii ağabeyinin de mental açıdan verdiği destekle.










