17 Eylül 2010
Klopp’la Şampiyonluk, Neden Olmasın?
Bu yaz Dünya Kupası’nda Hollanda’yı finale kadar çıkartan koç Bert van Marwijk ile 2 sezon boyunca alınan 7.likler ve Avrupa Kupaları’ndan uzak kalma durumu sonrası takım talihsiz Ankaraspor kariyeriyle de tanıdığımız Jürgen Rober’e emanet edilmiş ama yaşlanan ve değişime ihtiyaç duyan kadro serbest düşüşünü sürdürerek ligi 9. sırada tamamlamıştı. Ardından takımın başına yine ligimizden tanıdığımız, her ne kadar grupları sadece 1 galibiyet ve 3 puanla tamamlasa da Hamburg’u Şampiyonlar Ligi’ne götüren hoca etiketine sahip Thomas Doll getirilmişti. Takım üzerinde istediği değişimleri yapamayan Doll takımın yalnızca Mladen Petric’in ayağına bakar duruma gelmesine seyirci kalmış ve ligi düşme potasının 9 puan üzerinde 13.sırada tamamlamıştı. Dortmund için bu derece en son 20 sene önce gerçekleşmiş ve utanç duyulacak bir pozisyondu, nam-ı diğer Westfalen yeni adıyla 80 bin kişilik Signal Iduna Park Stad’ı uzun bir süre sonra bu kadar neşesiz görünüyordu.
Ve gün gelmişti, Mainz Fatih’i Jürgen Klopp Mayıs 2008’de takımın başına getirilmişti. Klopp’un Mainz’de çizdiği farklı profil, Avrupa’nın en iyi taraftarlarından olduğuna inandığım Dortmund seyircisiyle birebir örtüşünce başarının gelmesi de çok doğal oldu tabi. Klopp takımı bir anda baştan başa yeniden yaratmanın hayaline kapılmadan, 2 sene içinde çok büyük değişimelere imza attı.
Bugünkü as kadrosunu ele alırsak işimiz daha kolaylaşır: Kalede Roman Weidenfeller zaten yıllardır takımın birinci kalecisi konumunda ve 2.kaptan görevini üstlenmekte, zaman zaman çok kötü goller yese de takımın vazgeçilmezlerinden biri konumunda ve bu bölgede sıkıntı yok diyebiliriz. Klopp’un bana göre asıl hamlesi ise Mainz’den de öğrencisi olan Neven Subotic’i yanında getirmesi. Bir stoper için çok genç yaşta, 19’unda Mainz’de sürekli forma şansı verdiği Subotic’i 2 sezondur Dortmund’da da gözü kapalı oynatıyor Klopp. Subotic 1.93’lük uzun boyuna rağmen iki ayağını da kullanabilen, uzun boylu defans oyuncularında sıkça karşılaştığımız el-ayak koordinasyon sorununu minimum derecede yaşayan müthiş bir defans oyuncusu ve bence Dortmund’daki günleri de sayılı. Mourinho, Carvalho sonrası boşluğu onunla doldurabilir ki bu Subotic için müthiş bir gelişme olacaktır. Klopp’la beraber takıma katılan bir diğer stoper oyuncusu ise Felipe Santana. Subotic gibi çok uzun bir isim ama koordinasyon sorunu bulunmakta, tekniği zayıf ve biraz daha kalınlaşması gerekiyor ama yine de özellikle geçen sene çokça forma şansı buldu ve geleceği çoğu Dortmundlununki gibi onunda parlak gözüküyor. Doll zamanında da takımda kiralık bulunan Mats Hummels geçen sezonu da kiralık olarak geçirdikten sonra bu sene Bayern Münih’ten bonservisiyle alındı ve sezon başlangıcı itibariyle Subotic’e partnerlik yapma konusunda Santana’nın önünde gözüküyor. Defanstaki değişimin son halkası ise altyapıdan bir isim: Marcel Schmelzer. Klopp’la birlikte A takım’a çıkan ve tecrübeli Dede’nin arkasında 2 senedir pişen Schmelzer, Dede’nin sezona sakat girmesiyle formayı kaptı ve geçen senelerdeki ofansif ürkekliğini de üzerinde atmış gibi görünüyor. Formayı sırtından bir daha çıkarmayabilir. Patrick Owomoyela hamlesi ise diğerlerinden biraz farklı. Patrick kariyeri belli, oynatması zor, pozisyon olarak arada kalmış bir oyuncu ama Klopp onun patlayıcılığından sağ bekte çok iyi yararlanmakta. Onu yedekleyecek bir oyuncusunun olmaması şu an için defansındaki belki de tek sıkıntı. Klopp’un savunma devrimindeki oyuncuların belki de en “güzel” özelliği ise Patrick’i bir kenara koyarsak diğer 4 oyuncunun 3’ünün 1988 birinin de 86 doğumlu olması. Gözlerimizin önünde bir takım inşa ediliyor ve başlarındaki adam büyük talihsizlikler yaşamazsa bu takım her geçen gün yükselmeye devam edecekmiş gibi duruyor.
Yazının daha rahat akması için bölge bölge devam ediyorum. Orta sahada Dortmund deyince tartışamayacağınız bir isim vardır: Sebastian Kehl. Takımda kaptanlık görevini de üstlenen Kehl nasıl oynarsa oynasın taraftarın sevgilisidir ve Signal Iduna Park’ı dolduran 80 bin kişi onun oynamasını şampiyonluğa bile tercih edebilir. Nuri’yle paylaştığı orta saha göbeğinde defansif olarak yapması gereken her şeyi yapıyor ve Nuri’nin oyunun gelişiminde de bu özelliğiyle büyük bir katkısı olduğu da aşikar durumda. Bugünlerin popüler meselelerinden biri Nuri şahin’in milli takım mevzusu ama burada o konulara girmeye pek gerek yok. Eski hocası Bert van Marwijk’in isteğiyle bir sezon Feyenoord’da kiralık olarak oynayan Nuri bugün itibariyle takımın her şeyi konumunda ve o altyapıdan yetişen, mahallenin çocuğu imajıyla takım üzerindeki etkisi gittikçe kuvvetlenmekte, onun takımda ne kadar mutlu olduğu gözlerinden bile anlaşılabiliyor zaten. Daha 19'unda bu takım için önemli bir oyuncuyken Klopp’un gelmesiyle saha içindeki organizasyonu tamamen eline alan Nuri’nin yapması gereken tek şey skora katkısını arttırmak ve bu konuda Emre abisine benzememek zira Emre Belözoğlu gibi sezonda 3 gol atabilen yetenekli orta saha elemanları takımlar için çok büyük sıkıntı oluşturmakta. Orta sahanın hücüm tarafında ilk senesinde Macar Hajnal’a şans veren Klopp geçen sezon ondan istediği verimi alamayınca bu sezon orayı Japonya 2.liginden Shinji Kagawa ile doldurdu. İyi bir ilk izlenim bırakan Kagawa pek uyum sorunu yaşayacağa benzemiyor, Daha 21 yaşında olduğunu da düşünürsek Klopp’un ellerinde çok büyük bir oyuncuya dönüşmesini beklemek de hayal değil gibi. 4-2-3-1 in kanatlarında kadronun genelinde olduğu gibi dar bir rotasyon sahip olunması en büyük sıkıntılardan. Jakub Blaszczykowski ya da formasındaki kısaltmasıyla Kuba hızı ve oyuna aniden hareket getirebilecek potansiyeliyle formanın ilk sahibi gibi duruyor. Herhangi bir takımda adından genç oyuncu diye söz edebileceğimiz Kuba iş Dortmund olunca 25 yaşıyla takımın ağabeylerinden olacak neredeyse. Diğer kanatta şimdilik Kevin Großkreutz’a şans buluyor. Alt ligden geçen sezon kadroya dahil edilen Großkreutz aslında tam bir forvet oyuncusu görünümünde ama Klopp’un tek forvetli sisteminde biraz da kanatlardaki rotasyon darlığı sebebiyle diğer oyunculara göre Barrios’a daha yakın ama yine de bir orta saha olarak görev alıyor. Ağabeyi Fabian Götze bu sezon Klopp’un eski takımı Mainz’e satılırken 92’li Mario Götze takımda yavaş yavaş yer bulmaya başladı. Klopp’un elinde özellikle gelecek sezon çok şey beklediğim bir oyuncu Götze. Asıl yerinin kanat olmayışı bir sorun olabilir mi diye düşünülebilir ama zaten Klopp’un 4-2-3-1’i kanatlara dayalı bir oyun değil ve Kagawa’nın sağ ve solunda oynayan isimler sürekli yer değiştiriyorlar ve bu hareketlilikle genelde rakibi göbekten delmeye, Barrios’a araya bırakmaya çalışıyorlar. Kadro genişliği açısından alınan Antônio da Silva ise hem Klopp’un Mainz’den eski öğrencisi olması hem de bu ligi çok iyi tanıması nedeniyle sezon içinde katkı alınabilecek bir oyuncu.
Son olarak Klopp’un tek forveti Barrios ve onu yedekleyen Lewandowski’den söz etmek gerek. Geçen sezonki Köln’le oynanan lig maçı dün gibi aklımda. Colo-Colo’dan gelen muazzam gol yüzdesine sahip forvet Lucas Barrios’u pür dikkat seyretmek için oturmuştum televizyon başına, adını duyduğumuz ama daha önce izleme fırsatı bulamadığımız Paraguay’lı o gün girdiği pozisyonları cömertçe harcadı ama verdiği ışık bugünlerin habercisiydi. Ceza sahası içinde müthiş bir bitiriciliğe sahip olan Barrios uzun boyunun avantajıyla sırtı dönük oynayabilirken bir yandan da topla çok hızlı olması onu komple bir forvet haline getiriyor ki attığı RVN vari goller 26’sındaki Barrios’un bir kaç sene içinde gol krallığını almasının sürpriz olmayacağının açık bir göstergesi. Son seneleri sürpriz takımı Lech Poznan’ın forveti Robert Lewandowski, her ne kadar biz onu daha çok milli takım performansından tanısak da, lige uyum sağladığı anda sonradan oyuna dahil olup maç çevirebilecek yetenekte bir oyuncu. Bir diğer forvet oyuncusu sorunlu kişiliği ve klas golleriyle tanıdığımız Mohamed Zidan, 2 sezon önce yer değiştirdiği Mladen Petric’in bir gömlek altı olduğunu düşünmeme ve istikrarsızlığına ligin tanıyan ve maç çevirebilen yapısıyla takıma katkı yapmasını beklediğim bir isim.
Klopp 24 yaş ortalamasına sahip bir ilk 11 oluşturdu ve bu değişim sırasında bütçede en ufak bir sıkıntı ortaya çıkmadı. Önümüzdeki 3 yıl içinde Klopp takımdan ayrılmaz, kilit isimler büyük kulüplere satılmaz ve 1-2 şampiyonluk karakterine sahip oyuncu takıma eklenirse bu takım Bundesliga şampiyonluğuna ulaşabilir ama şu an için öncelikli hedef Şampiyonlar Ligi’ne katılmak. Özellikle içeride oynadıkları maçları kaçırmamanızı tavsiye ediyorum zira Jürgen Klopp’un futbol aklını, Nuri Şahin’in oyun zekasını, Lucas Barrios’un bitiriciliğini ve Nevin Subotic’in hava toplarındaki hakimiyetini izlemek kadar büyük bir keyif yok, yok.
16 Eylül 2010
Kısa Kısa: Beşiktaş 1 - 0 CSKA Sofia
Rakibe gelecek olursak, CSKA Sofia takımı bana kapasitesi sınırlı bir takım görüntüsü verdi. Neredeyse 70 dakika boyunca defans hattını orta sahanın iki adım gerisine kuran Beşiktaş karşısında sadece 1-2 cılız atak geliştirebildiler. Bu konuda biraz daha becerikli olan takımlar(İBB gibi) Beşiktaş için büyük dert olabilir.
Kısa Kısa: Aris 1 - 0 Atletico Madrid
Cuper’in İspanya tecrübesi hepimizin malumu, Atletico Madrid’i iyi çözümlemiş olması bu yüzdendir ki kimseyi şaşırtmamalı. Takımda Mendrinos ve biraz da Carlos Ruiz dışında göze batan bir oyuncu yok, klasik Hector Cuper takımı görünümündeler, 11 kişi birden topun arkasında geçiyorlar. Gerçi bugün biraz ateşli taraftarlarının etkisiyle biraz da Quique Sanchez Flores’i Reyes ve Kun Agüero gibi hücüm silahlarından yoksun yakalamanın verdiği rahatlıkla maça beklenenden hızlı başladılar. 20.dakikadan sonra üzerindeki ölü toprağını atan Atletico oyuna biraz denge getirse de maçın temposuz durumu değiştirecek hamle iki hocadan da bir türlü gelmek bilmedi. 60 dakika oyunda pek gözükmeyen Javito’nun ceza sahası dışından attığı şık gol maçın seyrini bir anda değiştirdi. Reyes’in de kurtarıcı vasfıyla oyuna girmesiyle hızlanan maç, kah De Gea’nın kalesinde devleşmesi kah direkler kah da Aris’in sağlam savunması nedeniyle başka gole sahne olmadan sona erdi.
Atletico Madrid geçen sezon kupayı almasına rağmen düzgün maç kazanamayan bir takımken bu sezon da değişen bir şey yok gibi. Böyle zor deplasmanlardan bu oyunla çıkmaları pek mümkün gözükmüyor. Bayer Leverkusen’in de bulunduğu bu grup, Rosenborg’u bir kenara koyarsak müthiş bir mücadeleye sahne olacak gibi gözüküyor. Kurt Hoca Cuper evinde 3'te 3 yapmayı başarırsa Atletico Madrid için kupaya şok bir veda bugün itibariyle bizim için hiç de sürpiz olmayacak.
Kısa Kısa: Salzburg 0 - 2 Man. City
City maça iyi başlayıp Silva'yla golü bulmasına rağmen Salzburg çabuk reaksiyon göstererek City kalesini bunalttı. Bunda City'nin tatktiğinin en büyük kusuru olan kanat savunmasının da payı büyük. Zira Tevez ve Jo kanatları kapatmakta zorlandı ve Mancini'nin söylediklerinin bir çoğunu gerçekleştiremedi. Burada İngiliz temsilcisinin yardımına ikinci gol yetişti. Tevez'in uzaktan sert şutununda dönen topu o dakikaya kadar sahada varlık gösteremeyen Jo tamamladı ve maçı koparttı. Zaten o dakikadan sonra Salzburg oyun disiplininden koptu ve maçın geriye kalan yarım saatinde City'li oyuncular kendi aralarında pas yaparak zamanı öldürmeye çalıştı.Şunu belirtmekte fayda var ki, City yaptığı onca yatırıma rağmen takım olma özelliğini henüz kazanabilmiş değil. Oyuncular saha içinde birbirlerinden kopuk bir görüntü sergiledi ve bu da ileride başlarının ağırmasına sebep olabilir. Salzburg için konuşmak gerekirse bence onların bu gruptan çıkma şansı hiç de az değil. Ancak daha disiplinli ve defansta daha dikkatli bir takım olmalılar, ama takımdaki enerji ilerisi için bana umut verdi.
Kısa Kısa: Juventus 3 - 3 Lech Poznan
İlk yarının kalan kısımlarında duran top dışında hiç pozisyon üretemedi Juventus. Ama Chiellini'nin 45. dakika oynanırken bulduğu karambol golü, Juventus'un soyunma odasına umutlu gitmesini sağladı.
İkinci yarı boyunca Juventus, topu karşı kalede oynamaya devam etti. Ama bahsettiğim 4'lüden pozisyon yaratmaya çalışan sadece Krasic olunca, Juventus bütün tehlikelerini duran toplardan bulmaya devam ediyordu. 50. dakikada bir kez daha sahneye çıkan Chiellini, skoru 2-2'ye getirdiğinde, Juventuslu oyuncular maçı kazanmanın mümkün olduğunu düşünmeye başladılar. 55. dakikadaki Pepe-Lanzafame değişikliği, diğer kanadın da işlemesini kolaylaştırdı ve Juventus maçın geri kalanındaki hareketsiz oyununa kıyasla daha iyi oynamaya başladı. İşte tam bu dakikalarda, Del Piero sahneye çıktı.
Maç boyunca sadece duran topların başında gördüğümüz ve eski günlerine oranla oldukça kötü sinyaller veren Del Piero, hala iyi yaptığı bazı şeyler olduğunu haykırıyordu adeta. 35 metreden attığı harika golle takımına skor avantajını getiren kaptan, etkisiz oyununa rağmen neden hala yedek kulübesinde oturmadığını bütün seyircilere açıkladı.
Baskılı oyununa rağmen 4. golü bulmakta zorlanan Juventus, son dakikada kalesinde gördüğü şok golle beraberliğe razı olmak zorunda kaldı.
Maçın sonucu kesinlikle Juventus'un hücumda çektiği kısırlığı anlatmıyor. Juventus, bu anlayışla devam ettiği sürece karşı kalede tehlike yaratmakya çok zorlanacaktır, iki haftadır alınan 3-3'lük skorlar yalnızca züğürt tesellisi olabilir...
Yerli Pep
Fenerbahçe Arthur Zico’nun gönderilme sebebine nispet yaparcasına Avrupa kupalarından silinirken lige de 4 maçta 6 puanla başlıyor ve onun giderken söylediklerini tekrar doğruluyordu; "Fenerbahçe’nin kadro yapısı 90 dakika tempolu oynamaya müsait değil’’. Tüm bunların yanında Güney Afrika’dan sakat dönen Lugano’nun takıma geç katılması, geciken forvet ve stoper transferi, yeni oyuncuların takıma uyum süreci tuz biber oluyor, "kanada hapsedilince tüm efektifliğimi yitiriyorum" diye bas bağıran Özer Hurmacı yerine Alex rolüne Stoch’un soyundurulması, tempoya ihtiyaç duyulan dönemlerde inatla yapılıp takıma fren etkisi yaratan Selçuk değişikliği, bir gün iyi bir gün kötü olan Mehmet Topuz ve oyunculardaki isteksizlik bizlere saç baş yoldurtmaya devam ediyordu.
Aragones’e bile bir sezon katlanan yönetimin yerli Guardiola’sıyla sezonu bitireceğine inansam da geçen sezonlara nispeten çok daha iyi bir kadro oluşturduğunu düşündüğüm Fenerbahçe’nin en az 4-5 transfer daha yapılmadıkça bu sistemle başarıya ulaşabileceğini zannetmiyorum. Kurtuluş, yıllardır bu takımı taşıyan oyunu kendi sahasında kabul edip zaman zaman rakibin topa hakim olmasına izin veren ve maç içerisinde 15-20 dakikalık periyotlarla tempo yapıp istediğini alan sistemde. Kısacası kötü başlanan sezonda hazır Avrupa da yokken çifte kupayı getirecek formül açık ve net. Daum’un komplekslerinden kurtulmuş bir Daum sistemi.
Kısa Kısa : Arsenal 6 – 0 Braga
Wenger’in takımı bildik bileli yerden seri kısa paslarla hücum eden ve oyuncularının yerlerinin statik olmadığı bir düzen takımı konumundadır. Bugün de değişen pek bir şey yok, Fabregas Barcelona olayını üzerinden atmış, tam bir kaptan edasıyla oynuyor, Nasri istekli başlamasına rağmen genelde güçsüzlüğü yüzünden pozisyonları harcıyor, Chamakh kolay goller kaçırsa da Arsenal’in sistemine çok uygun bir oyuncu, hem sırtı dönük oynamayı biliyor hem de hareketli, Braga ise tecrübesiz ve yetersiz bir kadroya sahip, Valencia’dan tanıdığımız Hugo Viana dışında bir de bugün süratiyle göze çarpan bir Alan var o kadar, Aguiar da yetenekli fakat bu seviye için yetersiz gözüküyor,. Braga Avrupa Ligi için Partizan’la sıkı bir mücadele verecek gibi Ramón Sánchez Pizjuán’daki 4 gole kanıp da daha fazlasını beklemek hayalcilik olur.
15 Eylül 2010
Kısa Kısa: FC Bayern 2 - 0 AS Roma
Kısa Kısa: Real Madrid 2 - 0 Ajax
Real adına bir diğer olumlu nokta ise inanılmaz takım savunması. Maç boyunca Ajax ataklarını henüz olgunlaşmadan harika bir yardımlaşmayla çürütmeyi başardılar. Bu, uzun vadede eflatun-beyazlıların faydasını fazlasıyla göreceği bir nokta.
Gelelim olumsuzluklara. CR'nin formsuzluğu ayrıca değinilmesi gereken bir konu. Maç boyunca beyninin istediklerini sahaya yansıtamayan bir Ronaldo gördük sahada, ki bu bayadır görmediğimiz bir tabloydu. Özellikle isabetsiz şutlarıyla çoğu atağı olgunlaşmadan bitiren Ronaldo, karşı karşıya pozisyonlarda da ismine yakışmayacak performanslar sergiliyor. Diğer kanatta Di Maria'nın da Real Madrid kalibresinde bir futbolcu olmadığı yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Bu iki ismin kendine çeki düzen vermesi, tamamen Mesut ve Higuain üstüne binmiş hücumu da bir nebze rahatlatacak, takımın daha rahat pozisyona girmesine yol açacaktır.
Sonuç olarak Real Madrid, yavaş yavaş "Mourinho takımı" özellikleri göstermeye başlamış. Bu sene, geçtiğimiz senelerdeki gibi "bol gollü Barnebeu maçlarına" veda edecekmişiz gibi görünüyor.
FIBA 2010 Dünya Şampiyonası İncelemesi - Beklenenin Altında Kalan Oyuncular (1/3)
Benim için bu günlerde yazmaya değer,turnuvanın üç özel incelenme bölümü var:
1) BEKLENENİN ALTINDA KALAN OYUNCULAR
ÖMER AŞIK(Türkiye): Bu seçim belki çoğu basketbolsever tarafından garipsenecektir fakat olayın bambaşka bir boyutu var. Evet, belki Ömer savunmada, özellikle alan savunmasında ondan beklenenlerin fazlasını bile yaptı, ama hücum yönünden ilk 5’imizi çok zor durumlarda bıraktı. Böylesine kuvvetli ve uzun bir oyuncunun pota altında böylesine ‘Kwame Brown’vari performanslar sergilemesi akıl alır gibi değil. Hele hele bu sene Chicago Bulls forması giyecek bir oyuncunun sırtı dönük oyunlarda ve pota altı bitiriciliğinde daha efektif olması gerekir. Ben Ömer’in NBA’e gidecek olmasının getirdiği motivasyonla bu sorunun üstesinden geleceğini düşünüyordum ,fakat hala hücumda istenen seviyeye hala ulaşabilmiş değil. Saç baş yolduran serbest atışlar da cabası…DERRICK ROSE(ABD): 2008-2009 sezonunun sükse yapan yıldızlarından Rose, geçen sezon başladığı düşüşü bu turnuvada da maalesef noktalayamadı. Kevin Durant ile birlikte takımının skor yükünü çekmesi, çarpıcı ve yırtıcı bir oyun çıkarması beklenen Rose maalesef beklentileri boşa çıkardı. Öyle ki ondan beklenen performansın Westbrook’tan gelmesi de epey şaşırtıcı –Rose içinse elbette kıskandırıcı- oldu.Turnuva boyunca 7.1 sayı ortalamasıyla hücum eden Rose kendi kendini de mahvetti bir bakıma. Krzyzewski’nin takım içi dengeleri bozması sonucu kendi kendinin doktoru olamaması, Russell’ın gerisinde kalmasının en büyük nedeni oldu denebilir.
ANTE TOMIC(Hırvatistan): Benim açımdan turnuvanın en büyük hayalkırıklığıydı. Belki de beklentilerimin çok yüksek olmasındandır ama zaten o beklediğim performansı gösterebilecek bir oyuncuydu. Özellikle Brezilya ve Slovenya (en önemli maçlar) maçlarında faul problemine girip takımını yalnız bırakması, maç içindeki konsantrasyon ve özgüven eksikliği onun bu turnuvanın en dikkat çekici oyuncuları arasına girmesini engelledi. Kusursuz pivot ayaklarına, çok iyi bir orta mesafe şutuna ve oyun görüşüne sahip olmasına rağmen, bu seçkilerini izleyicilerle çok az paylaşabildi. Oynadığı altı maçın üçünde 5 faul alarak oyun dışı kalan Tomic,turnuvayı da 8.5 sayı 6 ribaund ortalamalarıyla tamamladı.
Cim Bom'da Neler Oluyor?
Zorlu Eskişehir maçından alınan 3 puan ve ardından yapılan Insua&Misimovic transferleri Galatasaray içinde tekrar bir umut ışığı yakmaya yetti. Gaziantep maçındaki dolu tribünler de bunun bir göstergesi. Gaziantep maçında genel olarak Galatasaray iyi oynamamasına rağmen, ikinci yarıdaki 20 dakika takımdaki potansiyeli ortaya koydu. Transferlerin takıma alışması ve maç temposunu yakalamasıyla, oyuncular kaybettikleri güveni ve havayı tekrar yakalayacaklardır. Bunun için de 2-3 maç art arda kazanılmasının yeterli olacağını düşünüyorum. Galatasarayın yaptığı son lig maçında da oyuncuların güvensizlikleri açıkça görüldü. Son yirmi dakikada Pino, Baros ve Aydın gibi kontra atak silahlarına rağmen orta saha oyuncuları ileri oynamaya adeta korkarak hep yana ve geriye oynamayı tercih ettiler. Ama daha önce de belirttiğim gibi, bir kaç sıralı galibiyet takımı tekrar şampiyonluğun güçlü adayları arasına sokabilir.
Bu Şampiyona Biz Oynayalım, 2001'de de Biz Oynamıştık Zaten!
Bir sene sonrasına gidiyoruz. Bu kez şampiyona Slovenya'da düzenleniyor. Biz 7. oluyoruz, Sırplar gene şampiyon. Üstelik onları 10 sene boyunca sırtlayacak bir point guard kazanarak... Turnuva MVP'si Milos Teodosic.
2008 yılında da şampiyon olarak oluşumlarını tamamlıyorlar. Kadrodaki ismler ise gene tanıdık (Marko Kešelj-Miroslav Raduljica-Milan Macvan). Biz kaçıncı mıyız? Dördüncü. Peki kadromuzda kimler var?
4 Dogus Balbay
5 Baris Hersek
6 Gökper Gen
7 Alican Güney
8 Melih Yildiz
9 Tufan Önen
10 Ogün Sevinc
11 Mustafa Görür
12 Gökhan Karabiyik
13 Deniz Tunca
14 Can Özcan
15 Azizcan Özdemir
Bunlardan kaç tanesinin adını avrupa sahnesinde duyabiliyoruz ? HİÇBİRİNİN!!
Bunlardan kaç tanesi bırakın A Milli Takım kadrosunda yer almayı, kendi takımlarında yer alabiliyor? HİÇBİRİ.
Millet olarak anlık sevinçleri ve üzüntüleri yaşıyoruz. İşler yolunda giderken insanları vezir, işler raydan çıktığında ise rezil edebiliyoruz...
2001'deki başarıdan sonra yapamadığımızı bu sefer yapalım... 2006'daki jenerasyon gibi her sene 1-2 tane kalbur üstü oyuncu çıkaralım... Tayfun'ları, Kerem'leri, Enes'leri unutmayalım, sahip çıkalım, yargılamayalım ki onlar da bu forma için ellerinden ne geliyorsa yapsın...
Çünkü bu ülkenin Tunçeri'nin yerini dolduracak 1 numaraya, İbo'nun yerini dolduracak 2 numaraya ve en önemlisi (en sıkıntı çektiğimiz pozisyon) Hedo'nun yerini dolduracak bir 3 numaraya ihtiyacı var...
Rio’ya Sevinirken Valencia’dan Olmak
Rio Ferdinand’ın takıma katılışına sevinirken dün Rangers maçında yaşanan talihsiz olay ise taraflı tarafsız herkesi hüzne boğdu. Maçın sonlarına doğru Broadfoot’un müdahelesiyle yerde kalan Antonio Valencia yaklaşık 5 dakika sahada acı içinde kıvrandıktan sonra oksijen verilerek dışarıya alındı. Alan Smith’in 2006’daki bilek sakatlığından sonra yaşadığı sıkıntılar hepimiz aklında ve Valencia’nın sol bileği görüntünün tekrarı verilmeyecek kadar kötü durumda. Sezonun geri kalanın oynamayacak olan Valencia, takım için de büyük bir kayıp.
Zaten kısıtlı bir kadroya sahip olan Sir Alex Ferguson, Valencia’nın da olmayışıyla kanatlarda problem yaşayacak gibi. Giggs’in yaşı itibariyle rotasyona girme gerekliliği Nani’nin üzerinde zaten mevcut bulunan yükü çok daha fazla artıracaktır bu durumda. Park’ın da Ferguson’un istediği tarz bir kanat oyuncusu olmadığı daha çok zor maçlarda takım direncini arttırmak için kullanıldığı düşünüldüğünde geriye bir tek Obertan kalıyor ki onun da gerekli fiziksel gücü bir türlü kazanamaması ancak maçlarının son yarım saatlerinde faydalanabilinmesi sağlıyor. Ferguson’un artık şu saatten sonra yatıp kalkıp Nani’nin başına bir şey gelmemesi için dua etmekten başka yapabilecek bir şeyi yok. Geçen sezon Owen ve Rooney’nin sakatlık yaşadığı dönemde forvettte bir tek Berbatov’a kalınmasına rağmen bu dar kadroyu göremeyen ya da görmezden gelen Ferguson, sezon başında tüm takım sağlıklıyken yaptığı kadro yeterli açıklamalarıyla bizi şaşırttı. Onun gibi öke bir hocanın sezon içi sakatlıkları hesaba katmadan kadro oluşturması gerçekten anlam verilemeyecek bir hareket. Yine de bize çok da laf düşmez, Sir gelir CL-PL dublesi yapar o bütün yorumlar...