11 Haziran 2009

Yeniden Los Galacticos?

2008/2009 sezonu öncesi transfer dönemini hatırlayın. Son gün gerçekleşen Berbatov ve Robinho transferleri olmasa, 20 milyon Euro'nun üstünde bir bonservis bedeli ödenmeyecekti hiçbir futbolcuya. Aslında ekonomik kriz göz önüne alındığında bu seneki transfer döneminin çok daha durgun geçeceği tahmin edilebilirdi, ama bütün bu tahminleri boşa çıkaran bir adam tekrar Real Madrid'in başına geçti: Florentino Perez.
'Büyük Başkan', sezon içindeki Barcelona dominasyonunu unutturabilmek için erken başladı çalışmalarına. Daha Haziran ayının ortasına gelmemişken birçok futbolsevere göre Dünya'nın en iyi 5 futbolcusunun ikisini kadrosuna kattı. Kaka ve Cristiano Ronaldo önümüzdeki sene astronomik bedellerle Real Madrid forması giyecekler. Peki, 2003/2004 sezonundaki 'Los Galacticos'un başarısızlığının bu kadar net görülmüş olmasına rağmen, Perez neden hala böyle bir transfer politikası izliyor?
Bu sorunun yanıtını bulabilmek için o sezonki yıldızlar topluluğunu araştırarak işe başlamak lazım. 2003/2004 sezonunda, kadrosunda Figo, Beckham, Ronaldo, Zidane, Roberto Carlos gibi isimleri tek bir takımda toplamayı başarmıştı Real Madrid yönetimi. Peki, her biri yıldız olarak kabul edilen bu oyuncular, takıma nasıl gözle görülür bir başarı getirmemişti? Bana göre bu sorunun cevabı bu oyuncuların yaşlarında gizli. Zira Figo, Zidane ve Roberto Carlos 31, Beckham 29, Ronaldo 27 yaşındaydı o sıralar. Kadrodaki diğer isimlerde de durum aynıydı. Sağ bek Michel Salgado 28, Guti ise 27 yaşındaydı.

Yani, o sezon Real Madrid kadrosunun yaş ortalamasını iyimser bir tahminle 28-29 civarı olarak belirleyelim (merak edenler için fotoğraftaki beşlinin o anki yaş ortalaması 29), ve bu sezonki transfleri inceleyelim:
93 milyon euroluk rekor transfer Cristiano Ronaldo, 24 yaşında. Bir diğer bomba isim Kaka ise, 2003/2004'ün takımının neredeyse en genç oyuncuyla yaşıt, 27 yaşında. Eğer gelirlerse, ki gelmeleri oldukça yüksek ihtimal David Villa 27, Ribery ise 26 yaşında. Bu oyuncuların yanına 28'lik Casillas ve 21'lik Marcelo gibi isimleri de eklediğimizde, gelecek sezon sahada göreceğimiz Real Madrid'in yaş ortalamasının, 2003/2004 sezonuna kıyasla 2-3 yaş azalacağını söylemek mümkün. İlk 11'deki en yaşlı ismin ise (şimdilik) 31 yaşındaki Raul olacağını söylemeliyiz. Ki Raul, görünürde 2009/2010 kadrosunun tek 30 üstü oyuncusu olacağa benziyor.
İşte tüm bu istatistiklere bakıldığında, bu sezon kurulmak istenen kadronun, ilk Los Galacticos'un basit bir kopyası olmayacağı anlaşılıyor. Korkarım ki 2009/2010 sezonunda izleyeceğimiz Real Madrid, bireysel anlamda futbol tarihinin en iyi takımı olmak üzere. (Ribery, Villa ve defansa kaliteli bir takviye daha gerçekleşirse) İşte ancak bu takımı izledikten sonra, 'Los Galacticos' prototipinin başarılı olup olmayacağına karar verebiliriz. Bütün futbolseverler dört gözle beklemeli, dünyanın en 'iyi' takımı, Real Madrid, 2009/2010 sezonunda patlamaya hazırlanıyor...

8 Haziran 2009

Fergie&Pique



Yukarıdaki iki fotoğraftaki ortak isim Gerard Piqué. İlk fotoğraf 2008'deki Şampiyonlar Ligi finalinden. Manchester United formasıyla Şampiyonlar Ligi'ni kaldırmış olan Piqué, transfer döneminde Şampiyonlar Ligi şampiyonundan eski kulübü Barcelona'ya imza atıyor, Guardiola önderliğinde geçirdiği harika sezonun en kritik maçında Manchester United'la karşılaşıyor. İki sene üst üste Şampiyonlar Ligi finali oynamak bile inanılmaz bir başarıyken, genç İspanyol bununla yetinmiyor, iki sene üst üste Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırıyor.

İşte 27 Mayıs 2009 günü, genç oyuncunun 68 yaşındaki kurdun önüne geçtiği an böyle yansıyor objektiflere. Fergie'nin kendisini yarı yolda bırakan eski öğrencisine şefkat dolu bakışı binlerce kelimeye bedel. Ferguson'un büyüklüğünü tek fotoğrafta anlat deseler, bu fotoğrafı gösteririm artık...

7 Haziran 2009

En Büyük Olmaya Az Kaldı


3 senesi finalde olmak üzere 4 senedir Rafael Nadal'a takılıyordu Federer. Gün geçtikçe saplantı haline dönüşmüştü artık bu Roland Garros'u kazanma işi. Hem Federer için hem de başta Roland Garros seyircisi olmak üzere biz Fedexciler için böyleydi durum. Ve beklenen gün geldi çattı. Federer, 4.turda son 3 yılın şampiyonu Nadal'ı ezerek geçen Robin Söderling'i rahat bir oyun sonunda 3-0'la geçerek sonunda kazandı Roland Garros'u.
İki tenisçinin finale gelirken aldıkları yola bakarsak, Söderling'in performansı çok daha spektakülerdi. İlk 2 turu beklenildiği gibi rahat geçen İsveçli 3. turda İspanyol raket David Ferrer'i 3-1 ile geçtiğinde bile pek göz önünde değildi. Kritik an Nadal'ı müthiş oynadığı maç sonunda 3-1 geçmesiydi. Kariyerinde Roland Garros'da maç kaybetmeyen bu adamı yenmek, motivasyonların en büyüğüydü. Ardından çeyrek finalde Davydenko'yu çok rahat bir maç sonrası 3-0 la geçtiğinde artık Söderling ismi herkesin hafızasına kazınmıştı. Nadal'ı şans eseri yenmediği açık ve netti. Yarı finalde setlerde 2-0 öndeyken Şilili Gonzalez'in setlerde durumu 2-2 ye getirip hatta bununla sınırlı kalmayıp final setinde de 4-1 öne geçmesine müthiş bir geri dönüşle karşılık vererek maçı 3-2 kazanmasını bilmişti Söderling.
Federer cephesinde de durum zamanlama açısından Söderling'e benzerdi. Söderling'in 4.turda Nadal'ı geçmesinin ardından Federer değişik bir ruh haliyle çıkacaktı Haas maçına. Nadal'ın elenmesi, onun üzerine ekstradan bir yük yüklemişti. Ne de olsa sporda duygusallığın son noktasıydı Fedex. Haas karşısında setlerde 2-0 geriye düştüğü haberini alınca herşeyin bittiğini düşünmüştüm. Ekselansları Nadal'ın elendiği bir Roland Garros'u bir daha göremeyebilirdi ve bu turnuva belki de onun çöküşü olabilirdi ama Federer müthiş bir geri dönüş hikayesiyle maçı 3-2 kazanmasını bildi ve mental açıdan büyük bir rahatlığa erdi. Aynı Söderling gibi çeyrek final mücadelesini rahat kazanan Fedex, yine tıpkı rakibi gibi yarı finali de 5 set sonunda geçti. İkilinin finale gelişleri böyleydi ve arkasına rüzgarı alan Söderling'di.
Finale kadar duygularını pek belli etmeyen Soğuk İsveçli finalde ilk sette 3 servis birden kırdırarak 6-1 mağlup olduğu anda maçı kafasında bitirmiş gibiydi. 2.seti tie-break'e taşımayı başaran Söderling, tie-break kralı Fedex'in kullandığı 4 servisi de ace ile sonuçlandırması sonucunda hem tie-break'i hem de mental açıdan maçı kaybediyordu. Finale kadar gelirkenki en büyük yardımcısı ilk servisleriydi ve bu alanda başarılı olamayınca Federer'e karşı şansının olmaması da gayet doğaldı. Del Potro'ya yaptığı kadar drop shotlara başvurmadı ama o ara sıra yaptıkları bile rakibi bitiren vuruşlardı. Söderling'in file önüne çıkma düşüncelerini de passing shotlarla cezalandıran Fedex, maç sonu İsveçli'nin de söylediği gibi tenis nasıl oynanırın dersini veriyordu maç boyu. Son seti de 6-4 le alıp, hiç servis kırdırmadan maçı 3-0 alan Federer maç sonu alışagelmiş ağlamalarından birini yapıyor ve bizi de ekran başında sevince boğuyordu. Wimbledon'da Pete Sampras'ın rekorunu kırmak için raket sallayacak Fedex. Eğer orada da kazanan olursa artık kimin en büyük olduğu pek tartışılmayacak. Vavrinec 1 ay sonra nasıl izleyecek maçları orası biraz muamma. Maç sırasında sancısı gelip de doğurursa şaşırmamak lazım.

Futbol Tarihine Geçen Sözler #6

Hazır transfer sezonuna girmişken bu özlü sözü hatırlatayım istedim.
"the only thing true in the turkish newspapers is the
date.(Türk gazetelerindeki tek doğru şey tarihtir)"


-Haim Revivo-

5 Haziran 2009

Arapsaçı

Topuz Beşiktaşlıyım diyor, Süleyman Hurma bonservisi Fenerbahçe'de artık diyor. Beşiktaş'tan resmi açıklama yok. Etik olmayan bişeyler dönüyor, kimin çevirdiğine sonra gelelim.

Modruyff

Birbirine bu kadar benzeyen futbolcu var mı deseler donar kalırım, Modric de 14 numara giyerek göz kırpıyor zaten. Medyamızdan biri farketse "Modric Barcelona'da" manşetlerini her gün görebilirdik. Şimdilik güvendeyiz.

Ben sizi benzerlikle başbaşa bırakayım :

Adanmış Hayatlar

Galatasaray'ın bayrak adamlarından olabilmiş, varını yoğunu Galatasaray için harcamış bir adamdı Alpaslan Dikmen. Hala benzer bir lidere ihtiyaç duyuyor, onun eksikliğini hissediyor GS tribünü.
Vefalı taraftarlar biraz uğraşla Alpaslan Dikmen adının yaşatılması için bir girişimde bulunmuş, Eski Açık Tribüne Alpaslan Dikmen Tribünü adının verilmesini istiyorlar. Gerekli bilgilere http://www.adanmishayatlar.net adresinden ulaşabilirsiniz. Biz de canı gönülden destekliyoruz.

" üzülme sen dostlarin var özleyip içten seven
isminin telaffuzunda kâh gülüp hüzünlenen... "

Babalar ve Oğullar

Babalar ve oğullara futbol dünyasında çok sık rastlanılmaz. İlk akla gelenler arasında Harry-Jamie Redknapp, Cesare-Paolo Maldini ve Johan-Jordi Cruyff'u sayabiliriz. Bunlardan babalarının başarıları altında ezilenler de var, onun üstüne çıkanlar da.

Jordi Cruyff ilk gruba giriyor dersek yanılmayız sanırsam. Babasının etkisinin malum olduğu Barcelona'ya giriş, bir umut yapılan transferle Old Trafford ve ardından orta sınıf ispanyol takımları arasında gezinme. 2006'dabir Ukrayna gezisi sonunda, son durağına vardı Junior Cruyff. Malta takımı Valletta FC'ye imza attı. Beğendiğim bir futbolcuydu açıkçası, kariyerinin onun gerçek değerini yansıtmadığını düşünürdüm. Yaptığı tercihler bana göre doğru olmasa da, son tercih en azından ileriye dönük umut veriyor, zira Jordi yeni takımında aynı zamanda teknik direktör Ton Caanen'in yardımcısı olarak da görev yapacak, anlaşma ilk sene oyuncu-koç, ikinci seneden itibaren teknik direktör yardımcılığını kapsıyor.

Ayakları babası kadar becerikli olmasa da umuyoruz ki mental olarak babasının izinden ilerler.

Arda Tatile Çıksın

2007/2008 sezonundan başlayalım. Galatasaray, sezonun sonlarına doğru yaptığı teknik direkör değişikliğine rağmen şampiyon oluyor, bunda belki de en büyük paya sahip oyuncu Arda Turan, beklendiği gibi Euro 2008 kadrosuna çağrılıyordu.
Yorucu bir sezonun ardından en az o kadar yorucu olan milli takım kampında geçiriyordu günlerini Arda Turan, diğer birçok arkadaşı ise o sırada milli takımın ne yapacağını düşünürken Antalya'da güneşlenmekle meşguldu.
Euro 2008 geldi çattı. Porekiz maçında ilk 11'e alınmayan Arda, milli takımın diğer bütün maçlarında aktif rol alıyor, oynadığı oyun ve attığı gollerle Avrupa 3.lüğünde de aslan payına sahip olan isimlerden biri oluyordu.
Euro 2008 dönüşünden sonra birkaç günlük izin yapmaya hak kazanan Arda, ufak bir aradan sonra bu kez Skibbe önderliğindeki Galatasaray'ın sezon öncesi kampına girip takımının başarısı için ter dökmeye başlıyordu. Bu kampın sonrasında başlayan ve fiyaskoyla sonuçlanan 2008/2009 sezonunda da takımının en önemli hücum silahı sıfatını elinde bulunduran Arda'nın maçların çoğunda 90 dakika forma giydiğini belirtmeye gerek yok sanırım.

Galatasaray bu sezonda elde ettiği 5.likle Avrupa Ligi'ne gitmeye hak kazansa da, ilk ön elemenin 15 Temmuz'da olmasından dolayı sezonu 23 Haziran'da açacak. Şüphesiz, iki senedir tatil yapamayan Arda Turan, buna en çok üzülen isim olacak. Zira yine şu anda, birçok takım arkadaşı tatil yaparken, Arda, Azerbaycan ve Fransa ile oynanacak milli maçlar nedeniyle milli takım kampında ter döküyor.
22 yaşındaki genç oyuncu, neredeyse dinlenme fırsatı olmadan 3. sezonuna girmek üzere. Benim isteğim, bu genç oyuncuya, gerekirse ilk ön eleme turunda oynatmamayı göze alarak, hakettiği izni vermek. Şüphesiz, mental ve fiziksel olarak gereken enerjiyi depolayabilirse, 2009/2010 sezonunda Rijkaard önderliğindeki Galatasaray'ın en önemli kozu olacaktır Arda, yeter ki birkaç gün doyasıya dinlenebilsin.

Skibbe'nin Yeni Durağı

Geçen sezon sahip olduğu vasatın üstündeki kadrosuna rağmen ligi iyi bir yerde noktalayamayan Eintracht Frankfurt, eski teknik direktörü Friedhelm Funkel yerine Micheal Skibbe ile anlaştı. Böylece, kadrosunda Junichi Inamoto'yu da bulunduran Alman ekibi, yolu Galatasaray'dan geçmiş ikinci bir adamı barındıracak takımında.
Daum'un Fenerbahçe'ye gidişinden sonra Skibbe'nin adı Köln'le anılmaya başlamıştı. Fakat Frankfurt tercihinin de şaşırtıcı olduğunu söyleyemeyiz. Vasat bir Bundesliga takımı şimdilik Skibbe için en uygun adres. Özellikle üstünde baskı olmazsa, oldukça iyi bir futbol oynayan bir ekip yaratabilir Skibbe. Frankfurt'un genç yıldızı Martin Fenin'e neler verebileceğini ise merakla bekliyorum.

Gareth Barry City'de

Koca bir transfer dönemi boyunca Arsenal ve Liverpool ile flört etmişti İngiliz orta saha oyuncusu. Fakat sportif başarı yerine, banka hesabındaki sıfırları arttırmayı tercih edince, Manchester City ile sözleşme imzaladı Barry. 12 milyon sterlinlik bir bonservis bedeli ödendiği söyleniyor. Arap sermayeli City'nin bu kadar büyük bir parayı bu kadar rahat gözden çıkarabilmesi Tottenham teknik direktörü Redknapp'ı hayli sinirlendirmiş. "Barry'i almak istiyorduk. Fakat City'nin önerdiği bonservis bedeline ve maaşa yaklaşmamız mümkün değildi."
Geçen seneki sansasyonel yönetim değişikliğinden sonra Robinho transferiyle piyasaya damgasını vurmuştu City. Bu sene tek bir transferle yetinmeyecekleri kesin gibi gözüküyor.

Rijkaard-Denizli-Daum

Bu seneki transfer döneminin çok hareketli olacağını belirttiğim yazımın üstünden 24 saat geçmemişti ki, Galatasaray'ın Rijkaard'la anlaştığı haberi duyuruldu resmi siteden. Böylece Galatasaray ilk defa Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırmış bir teknik direktörle çalışma fırsatı bulacak. Bu hamle, artık Galatasaray yönetiminin görüştüğü isimleri basına duyurmamakta ne kadar usta olduğunu kanıtladı. Öyle ki, Rijkaard ismi teknik direktör anketlerinde bile geçmiyordu.
Muhalif kesim tarafından Aragones ve Del Bosque örnekleriyle Rijkaard'ın başarısız olacağı öne sürülse de, biraz sabır ve isabetli transferlerle Türkiye Ligi'nde görülmüş en iyi oyunu oynayabilir sarı-kırmızılı takım. Şampiyonlar Ligi şampiyonu Barca'nın oynadığı oyun unutulmuş değil zira.

Bir diğer haber de Beşiktaş'tan geldi. Denizli ile olan sözleşmesini 1 sene uzattı siyah-beyazlılar. Böylece üç büyüklerin 2009/2010'daki teknik direktörleri belli oldu 5 Haziran itibariyle. Geçen seneden çok daha zevkli bir Turkcell Süper Lig bekliyor bizi. Trabzonspor da teknik direktör tercihini akıllıca kullanırsa, ki Samet Aybaba'dan vazgeçmeleri buna işaret, 5 takımın yine şampiyonluğa oynayabileceğini tahmin etmek zor olmaz.

4 Haziran 2009

Yeni Gelenler

Bu sene Avrupa'nın önde gelen liglerinde birçok prestijli takım lige veda etti. Newcastle United, Real Betis ve Torino ilk akla gelenler arasında. Bu takımların yerini doldurmak için alt ligden gelenler de bir o kadar şaşırtıcı. Uzun süredir en üst düzeyde mücadele etmemiş takımlar çoğunlıukta. Bu takımlara kısaca göz atalım:
İngiltere Premier Lig'de Newcastle ve Boro'nun düşüşü sene başında kimse tarafından tahmin edilmiyordu. Özellikle Newcastle gibi kadro kalitesi üst düzey bir takımın seneye Championship'te mücadele edecek olması üzüntü verici. Championship'ten gelecek takımlara baktığımızda ise, özellikle bir takımın adına çok yabancı olduğumuzu görüyoruz. Wolverhampton ve Birmingham ile beraber Premier Lig'e yükselmeyi başaran üçüncü takım, Burnley oldu. Böylece Burnley 33 yıl aradan sonra en üst düzey seviyeye dönmeyi başardı. Özellikle İngiltere Ligi gibi gelen takımların çoğunun ertesi sezon küme düştüğü bir ligde seneye tutunabilmeleri imkansıza yakın görünüyor, fakat yine de Burnley taraftarları 2009/2010 sezonunun tadını çıkartacaktır.

Fransa'da ise çok daha ilginç bir tablo var karşımızda. 2009/2010 sezonunda Ligue 1'de oynamaya hak kazanan üç takımdan biri olan Boulogne, bunu 111 yıllık tarihinde ilk kez başarıyor. Bu inanılmaz başarı şimdilik göze çok hoş görünüyor, fakat tarihinde ilk kez en üst lige çıkmış bir takım, vizyonunda köklü değişiklikler yapmazsa, maalesef bir asansör takımı olmaktan kurtulamaz. Bakalım Boulogne Ligue 1'i hakettiğini cümle aleme gösterebilecek mi?

İspanya'da ise 2. lig henüz sonuçlanmasa da, üst lige çıkmayı garantileyen bir kulüp var: Xerez. Bu takım da 62 yıllık tarihi boyunca ilk kez La Liga'da mücadele etme şansı yakalayacak. Bu sezon televizyondan hayranlıkla izledikleri Barcelona'ya karşı mücadele edecekler 2009/2010 sezonunda. Yine La Liga'daki ömürlerinin çok uzun olacağını tahmin etmesem de, onlar adına unutulmayacak bir sezon olacak. Kimbilir, belki güç bela ligde kalıp, La Liga keyfini bir sene daha yaşayabilirler.

İşte bu yukarıda bahsettiğimiz üç takım, uzun sürelerden sonra en üst seviyede mücadele edecek. Bakalım o seviyeyi hak ettiklerini kanıtlayabilecekler mi, yoksa birçok takım gibi bir senede silinip tekrar eski yerlerine mi dönecekler...

Üç Büyükler Hızlı Başladı

Turkcell Süper Lig 2008/2009 sezonu tüm tahminleri ters köşeye yatırarak Beşiktaş'ın şampiyonluğu ile bittikten sonra başlayacak olan transfer döneminin çok hareketli geçeceğini tahmin etmek zor sayılmazdı. Özellikle Fenerbahçe ve Galatasaray'ın başarısızlığı ve teknik direktör değişikliklerine gitmeleri ve Anadolu takımlarındaki Bilica, Topuz, Özer, İsmail Köybaşı gibi 3 büyüklere fayda sağlayabilecek oyuncuların varlığı, transfer sezonundaki hareketliliğin işaretleriydi. Fakat bütün bu tahminlere rağmen transfer sezonunun beklenenden de hareketli başladığını söyleyebiliriz.

Öncelikle Fenerbahçe'den başlayalım. Bir senelik Aragones kabusunun ardından çareyi eskiye dönmekte buldu sarı-lacivertliler. Cristoph Daum her ne kadar günü kurtarmaya yönelik bir hamle olarak görünse de, sportif direktörlüğe Aykut Kocaman'ın getirilmesi, ilerleyen senelerde Aziz Yıldırım'ın kafasında ne olduğu hakkında bir fikir verebilir. Teknik kadronun takıma yabancı olmaması bir avantaj. Seneye Alex'in etkinliğinin iyiden iyiye azalacağı bir Fenerbahçe izleyebiliriz. Zaten bunun zamanı geldi de geçiyor bile. Fenerbahçe ile ilgili son bir transfer haberi verelim. Gaziantepspor stoperi Bekir İrtegün gelecek sezon çok büyük bir ihtimalle Fenerbahçe forması giyecek.

Şampiyon Beşiktaş'la devam edelim. Bugün akşam saatlerine doğru Mehmet Topuz'la anlaştığını duyurdu Beşiktaş yönetimi. Bu transferle sadece Türkiye'nin en kaliteli ortasaha oyuncularından birini almış olmadılar, aynı zamanda bu oyuncuyu ezeli rakibi Fenerbahçe'nin adeta ellerinden çalarak büyük bir transfer başarısına imza attılar. Önümüzdeki sezon Beşiktaş'ın sağ tarafında Topuz'u izleyebiliriz. Kayseri'deki gibi her topu kendi kullanmaya çalışırsa işinin zor olacağı kesin, fakat egosunu biraz törpülerse, Beşiktaş'ın sağ kanadı uzun süre emin ellerde olacak.
Beşiktaş'ın Mustafa Denizli ile devam edip etmeyeceği ise hala kesinlik kazanmış değil. Denizli'nin Çeşme'de verdiği 'Seneye de Beşiktaş'tayım.' demeci dışında hala bir resmi açıklama gelmedi. Demirören büyük bir ihtimalle elinden geleni yapıyordur sözleşme yenilemek için, ki bunu başaramaması için de gözle görülür bir neden yok ortada, tabii Mustafa hocanın özel sebepleri yoksa.

Galatasaray ise bu iki kulübe göre sezona çok daha erken başlayacak. Buna rağmen hala seneye takımın başında kimin yer alacağı bilinmiyor. Gerard Houlier'de çıkan ufak pürüzler sayesinde bu büyük dehanın kaçırılması herkesi üzse de, artık yönetimin bir an önce takımın sahibini bulması gerekiyor. Geçen sezonun başındaki Skibbe tercihinden ağızları yanmış olacak ki, acele bir tercih yapmak istemiyorlar. Fakat hem gönlümden geçen, hem de şu anda en öne çıkan aday olan Juande Ramos'u seneye takımın başında görmek isterim. Geçen sezonun ikinci yarısında Real Madrid'le yakaladığı müthiş formun %70'i bile, Galatasaray'ı bu sene şampiyon yapmaya yetecektir.

İşte üç büyüklerin bugüne kadar yaşadığı transfer maceraları böyle... Daha önümüzde 2 koca ay olduğu düşünülürse, seneye bu üç takımın da bambaşka kadrolarla girmesi sürpriz olmaz. Özellikle Fenerbahçe ve Galatasaray taraftarları, hareketli Temmuz günlerine hazırlıklı olsunlar, zira bu kadro ve teknik heyetlerle başarının gelmeyeceği geçen sezon net bir biçimde görülmüş durumda...