31 Mayıs 2009

Şampiyonlar

Turkcell Süper Lig'de Beşiktaş, Bank Asya Birinci Lig'de Manisaspor, Paf Ligi'nde ise Antalyaspor şampiyon oldular, 3 kulübü ve taraftarlarını kutluyoruz.

Ayrıca Paf Şampiyonluğunun Antalya adına bir önemi daha var. Önceki gün kurucu başkan Atilla V. Konuk'un vefatıyla üzülen kırmızı beyazlı takım, başkanlarına bir şampiyonluk hediye etmiş oldular.

24 Mayıs 2009

1 Numaralıktan Ağabeyliğe

Umut fakirin ekmeği. 3 senedir Roland Garros finalinin adı aynı. Kazananı da değişmiyor. Federer finale kadar gelip Nadal'a yenilmeyi alışkanlık haline getirmiş durumda. Teknikden ziyade fizik gücün ön plana çıktığı toprak kortta pek de yapacak bir şey yok bu duruma. Biz yine ümidimizi koruyoruz, finale kadar gelsin de Fedex artık gerisini orada düşünürüz.

Bugün ilk günüydü Roland Garros 2009'un. Trt-3 ve Eurosport naklen yayınlıyorlar turnuvayı. Aralarında görüntü kalitesi açısından büyük fark olsa da bu alternatifi sağladığı için tebrik etmek lazım Trt'yi. Merkez Kort'taki ilk maç son şampiyon Ana Ivanovic ile genç İtalyan Sara Errani arasındaydı. İvanovic çok zorlanmadan 2-0 aldı. İkinci maçta ise Marat Safin ile Alexandre Sidorenko karşı karşıya geldi. Bu maçı izleme şansımız oldu. Biraz Monaco Grand Prix'i ile kaynasada belli bir bölümünü izleyebildiğim maç, Safin'in 6-4*3 ü ile 3-0 bitti. . Bugünkü maçta dikkat çeken olay; skor olarak kolay görünsede aslında çok çekişmeli ve zor geçen maçta Safin'in kendi ölçütlerini barem aldığımızda sergilediği sakin oyundu. Sidorenko daha çok genç bir tenisçi ve tecrübeye ihtiyacı var bunu kabul ediyoruz. Seyirci desteği onun için yeterli değil Safin gibi bir tenisçiyi yenmek için ama Safin'in de hakkını vermek gerekiyor. File önüne çok iyi gelip yaptığı klas vuruşlar, fizik üstünlüğünü kaybetmemiş olması ve bahsettiğimiz gibi sinirlerine hakim görüntüsü maçtaki artılarıydı. İzlediğim bölümde ilk servislerde iki tenisçi de sıkıntı yaşadı biraz da bunun sayesinde çokça kırılan servis gördük. Safin'in 2002 deki yarı final başarısını tekrarlaması zor ama 4.turda olası bir Safin-Simon eşleşmesine de hazır olmak lazım. Eski Dünya 1 numarası Safin artık Dinara Safina'nın kardeşi olarak anılması olayına gelirsek. Şimdinin Bayanlar Dünya 1 numarası Safina'nın ağabeyinden daha fazla ilgi görüyor olması doğal. Aradaki yaş farkıda göz önüne alındığında yarınlar Safina'nın gibi duruyor. Bayanlarda uzun bir süredir yaşanan bu Grand Slam kazanmadan 1 numara olma olayı da bu turnuvada son bulabilir. Son finalist Safina, teklerde ilk Grand Slam'ini kazanabilir. Tabii ağabeyinin de mental açıdan verdiği destekle.

17 Mayıs 2009

Ne! Toprak Mı?

Federer'in Nadal karşısındaki ilk ve tek toprak kort galibiyeti 2007 de Hamburg'daki finaldeydi. İkincisi bugün Madrid'de yine finalde geldi. Evlilik yaradı herhalde Ekselanslarına. Devamı Roland Garros'ta.

12 Mayıs 2009

Premier Lig Son Durum

Şampiyonlar ligi bileti alanlar belli oldu, ilk 3 takım direk gruplara katılırken 4. lüğü garanti Arsenal ön eleme oynayacak. Değişen adı ve formatıyla eskinin UEFA Kupası, yeninin Avrupa Ligi'ne İngiltere'den 3 takım gidiyor, 5. sıradaki takım, FA Cup galibi ve Carling Cup galibi. Carling Cup'ı Manchester United alınca ligde 6. sıranın önemi fazlasıyla arttı doğal olarak. Ve eğer FA Cup finalistleri Chelsea ve Everton lig konumlarıyla Avrupa bileti alırlarsa -ki Chelsea bahis dışıdır- lig sıralamasında 7.lik de Avrupa Ligi manasına gelecek.

Ayrıca Avrupa Ligi'ne Fair Play sıralamasına göre ayrılan 3 takımlık kontenjanı da unutmamak lazım. Uefa tam listeyi pazartesi yayınladı ve ilk 3 sırayı Norveç, Danimarka ve İskoçya aldı. Bu ülkelerin fazladan birer takımı da Avrupa Ligi'nde yer alacak. UEFA Respect Fair Play Ligi tam sıralamasına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

9 Mayıs 2009

Seçim

Şurada bahsetmiştik The Hammers'ın Tristan transferinden. Köprünün altından çok sular aktı ama Tristan o günkü azimli duruşundan pek birşey kaybetmemiş olacak ki sonunda kendini kanıtlamaya başladı. Uzun bir dönem kondisyon sorunuyla uğraşıp bunu atlattıktan sonra takıma girmeye başlayarak sadece kendisini değil profesyonelliğini kanıtladı bana göre, ki zaten İngiltere Ligi'ni seçmesi başlı başına bir meydan okumaydı, şimdilik fena gitmiyor. Sezon sonu kontratı kapacak gibi. Son 3 maçta -ki bu maçlardan birisi 1-0 kaybettikleri Chelsea maçıdır- 2 gol atıp West Ham'a 4 puan getirince Zola'dan övgüyü aldı haklı olarak.
"Sanırım geleceği için oynuyor, ama daha önemlisi bundan zevk alıyor. Buraya ilk geldiğinde en büyük sorun kondisyonuydu, onun haricinde üst düzey bir forvet özellikleri taşıyor.
(Tristan'ın yaşıyla ilgili bir soruya) Ben 39 yaşına kadar oynadım. Eğer futbolcu kendine bakarsa sorun yok demektir."
David Di Michele ile beraber kulübün veteran yükünü sırtlıyorlar. Şimdilik kulüpte kalacak gibi görünse de sezon sonu medyamızın manşetlerinde yer alması da olası.

8 Mayıs 2009

Werder 10'suz Finalde

Hepimizin bildiği gibi Hamburg çeyrek finalde M.City'i, ondan önceki turda ise Galatasaray'ı eleyerek geldi yarı finale. Türk insanının genellikle böyle durumlarda arzusu, "Şampiyon takıma elendik" diyebilmektir. Eminim ki bu maçtan öncede bir çok Galatasaray taraftarı Hamburg'un finale çıkmasını ümit ediyordu.

Saraçoğlu yolundaki 2.maça Hamburg, deplasmanda aldığı 1-0'lık galibiyetin avantajıyla çıkmıştı. Üstelik erken bir gol de buldular ancak skoru koruyamayıp 3-2 kaybederek kupaya veda ettiler.

Ben bir Werder Bremen sever olarak mutlu olmuştum ancak, Diego'nun Alex Silva ile girdiği gereksiz tartışma sonucunda sarı kart görerek cezalı durumu düşmesi ve takımını finalde yanlız bırakması bir Diego manyağı olarak bana buruk bir sevinç yaşattı. Diego gibi bir oyuncuya yakışmayan sorumsuzca bir hareketti. Werder Bremen'in Uefa Şampiyonluğunu neredeyse imkansızlaştırdı. Gerçi Diego'nun sezon sonunda Werder Bremen'den ayrılacağını göz önünde bulunduran bazıları, Werder'in onsuzluğa alışması gerektiğini düşünebilir ancak Diego'yu son kez önemli bir maçta, kendi takımları için ter dökerken seyretmek isteyen Werder Bremen taraftarlarına yazık değil mi?

7 Mayıs 2009

İçimizdeki Katalanlar

Bu yazı içimizdeki Katalanlara, uzay futbolu severlere, pas-pas-pas, şuta ne gerek varcılara, müthiş konsantrasyonla yapılan kademeli defansın futbolu çirkinleştirdiğini düşünenlere, yıllardır aynı topu oynayan Iniesta'yı 1 ay önce farkeden populistlere, her takım Real Madrid ve Bayern Münih gibi sere serpe defans yapsıncılara, her maç 7-7 bitsincilere, işlerine gelince kaleyi bulan tek şutla kazanılan maçın sonunda 'ilahi adalet' naraları atanlara ve İngiliz futbolunun üstünlüğünü bir türlü kabul edemeyen tüm futbolseverlere ince bir sitemdir.


İyisiyle kötüsüyle heyecanın üst düzeyde olduğu bir Şampiyonlar Ligi yarı final mücadelesini geride bıraktık. Son zamanlarda mitleştirilmeye çalışılan Messi ve ayağa pasa dayalı hücumcu Barcelona ile deplasmanda defansif futbolunu dibine vuran ama evinde oyunun her iki yönünü de başarıyla oynayan çirkin Chelsea arasındaki bu müsabaka kazananı deplasmanda ilk kaleyi bulan şutunu 90+3'te Uzaylı Messî'nin pasını İniesta'nın ayağından gole çeviren Barcelona oldu. Iniesta demişken neredeydi bu passever güruh 3 senedir, bilemedim. 3 sezondur aynı topu oynuyor adam, Euro 2008 Şampiyonu İspanya'nın da Xavi'den sonra en önemli oyuncusu zaten ki Barcelona'da da bu durum aynı, moda futbola pek uygun bir terim değil ama başka açıklaması yok bu Iniesta çılgınlığının. Maça dönersek, çoğu kişinin de söylediği gibi erken bulunan golün çok yararı oldu Chelsea'ye maç boyu. Yaşadığı uzun sakatlıklar yüzünden modası geçmekte olan Essien'in de kendini hatırlatması açısından güzel bir enstantaneydi gol. Gol sonrası; çoğunluğu 1. ve 2. bölgelerde olmak üzere sürekli pas yapan ama sert savunmayı bir türlü aşamayan bir Barcelona izledik. Chelsea ise Nou Camp'dakinden çok farklıydı ve özellikle Drogba'yla çok etkili pozisyonlar buldu. Anelka'nın pası sonrası Pique'yi yere yatırdığı poziyonda bomboş Essien'i görse maçı orda bitirmişti Drogba. Pozisyon harcamaktaki hoyratlıklarının başlarına bela olabileceğini eminim Hiddink de düşünmüştür son dakikalara doğru. 90+2 dakikalık konsantrasyonun bir anlığına bozulması ve Essien'in büyük hatasıyla her şey hüsrana dönüştü Chelsea için. İniesta'nın o mükemmel şutunu eski Cech kurtardı belki ama kasklı Cech'in o topu çıkaramaması çok şaşırtmadı bizi. İki taraf için de hakettiler geyiklerine girmek manasız olur. Manchester United için sonuna kadar söylenebilir bu ama bu iki takım arasında o derece bir fark yok. İngiliz Futbolu'nun derin analizi başka bir yazıya kaldı artık. Burdan son sözüm Daniel Alves'e; Sabri'yle girdiğin uzayın en iyi sağ beki olma mücadelesini hiç bir zaman kazanamayacaksın, bunu bilesin.

5 Mayıs 2009

Nereden Baksan Tutarsızlık

Bir ligin en çok gol yiyen takımının kalecisi o ligin en iyi 2-3 kalecesinden biri olur mu? Pek akla yatmıyor ama olabiliyor işte. Bundesliga'nın en çok gol yiyen takımı, düşme potasının uzağında olmasına rağmen Hannover 96. Kaleci ise Fenerbahçe sağolsun yakından tanıdığımız Robert Enke. C.Z.J'yi saymazsak Mönchengladbach ile kariyerine ülkesinde başlayan Enke, şimdilerde Klinsmann sonrası Bayern Münih'de görevi devralan Jupp Heynckes sayesinde bir kaleci için çok genç yaşta, daha 22'sinde ülke dışına Benfica'ya transfer oluyor. 3 senelik Portekiz macerasında sürekli hoca değişimi yaşayan Benfica'da taktığı pazubanda rağmen bir türlü bulamıyor kendini. 2002 yazı büyük kulüplerin transfer listesinde olunca atıyor kapağı Barcelona'ya . Kalesini Victor Valdez'e emanet edebilen bir takımın kaleci tercihleri konusundaki kararlarını çok da ciddiye almamak lazım aslında ya neyse. Koca sezon boyu 3-4 maça çıkabiliyor Enke. Aslında bir maç yüzünden başlamadan bitiyor bu macera. Novelda ile yapılan İspanya Kupası maçında alınan 3-2 lik mağlubiyet ve sonrasında Frank De Boer'un ona çok yüklenmesi, kariyerinin en kötü zamanındaki Louis van Gaal'in de vatandaşının bu çıkışına karşı tepkizliği derken gelişen tüm bu olaylar, hem Enke'nin Barcelona macerasını bitirirken hem de takımın ligi 6. sırada bitirmesine neden oluyordu.
Tek maçlık Fenerbahçe kariyeriyle ilgili söyleyecek bir şeyim yok pek. Enke'yi Enke yapan takım Hannover 96 ya gelelim asıl. Bu sezon takımdaki 5. yılını yaşayan Enke 2 sezondur takım kaptanlığı görevini de üstleniyor. Bu sezona kadar ligde çok az maç kaçıran Enke, bu sezon yaşadığı sakatlıkla takımını 10 maçlığına yalnız bıraktığında Hannover'in bu defansif anlayış ile o olmadan ne hallere düşeceğini, onun takım için ne denli önemli bir oyuncu olduğunu görmüş olduk. Tamam Fahrenhorst - Eggimann - Schulz üçlüsünden pek iyi bir ikili çıkmadı, Enke bile yeterli olmuyor diyelim ama Dieter Hecking'in de bu maç başına yenilen ortalama 2 golde bir suçu olmalı. Aachen döneminde de gol yemeyi seven bir hoca olduğunu biliyoruz. Hannover'e takıldık Enke'ye dönelim tekrardan. Bir kere; kaleciden ekstra kurtarışlar yapması isteniyorsa ondan iyisi çok az dünyada. Cepheden gelen top geyiği sıktı artık onu geçelim. Bire birde refleksleri çok kuvvetli. Ara sıra yediği kötü goller olabiliyordu ki bunu da azalttı gitgide. Kendisinin kazandırdığı maç sayısı çok, bu önemli. Tek başına direndiği maçlardan bir tanesi olan Bochum maçını izleyince geldi zaten aklıma bu Enke yazısı. Artık Hannover'den ayrılma vakti geldi gibi. Almanya dışına çıkarsa Milli Takım için şansı azalabilir. Kaleci sorunu yaşadığını dünya âlemin bildiği bir Bayern Münih, hazır başında eski hocası da varken olur mu diye düşünüyoruz ama Heynckes'in takımda kalma ihtimali pek olmadığı için dışarıdan gelecek bir hoca ona ne kadar sıcak bakar orası muamma. Bir de konuşulduğu gibi Van Gaal gelirse takımın başına Bonano'yu futbola döndürür de yine almaz Enke'yi. Yazıya başlarken hiç yoktu aklımda ama şimdi düşündüm de Galatasaray'a nasıl gider diye. Bizim dünyadan bihaber basınımız yüksek ihtimal onu hala o tek maçla Fenerbahçe'den gönderilen adam diye bildiğinden büyük tartışma konusu olur bu topraklarda. İki taraf için de hayırlı olmaz anlayacağınız. Çok uğraştık ama kıyak bir takım bulamadık burdan Enke'ye. İyisi sen kaptan olarak bitir kariyerini Enke. Tabii doymadıysan gol yemeye.

3 Mayıs 2009

Turkcell Süper Lig'in Yenileri

Bugün Bank Asya'da oynanan maçlar sonucunda Manisaspor ve Diyarbakırspor Turkcell Süper Lig'e çıkmayı garantiledi. Maçın berabere bitmesi halinde iki takım el ele Süper Lig'e yükselecekti ki beklenen oldu, 1-1 berabere kaldı iki takım. Sezon ortalarında 'Bank Asya'dan Kim Yükselir?' anketinin sonuçları yukarıda. Buradan da anlaşılabileceği gibi Diyarbakırspor büyük bir sürprize imza atmış. Ankete oy verenlerden sadece 5 kişi Diyarbakır'ın Süper Lig'e çıkabileceğini öngörmüş. O ankette dr sezon boyunca 50 seyirciye oynayan takımların yerini 'şehir' takımlarına bırakması gerektiğini söylemiştim. 2008/2009 sezonu itibariyle dileğim kısmen gerçekleşti, darısı diğer sezonlara.

Gökhan Zan Eziyeti!

Beşiktaş-Fenerbahçe derbisini izlemek üzere kuruluyorum televizyonun karşısına. Beşiktaş'ın son haftalardaki güzel oyununu izlemeyi umut ediyorum. Tempolu, karşılıklı atakların geliştiği, seyir zevki yüksek bir şekilde başlıyor maç. Üstelik sadece Beşiktaş değil Fenerbahçe de tempolu, akıcı oynuyor. Son haftalardaki Turkcell Süper Lig'de görmeye alıştığımız kötü futboldan eser yok diyorum kendi kendime.

Ancak çok geçmeden gözüme takılıyor Gökhan Zan'ın oyunda oluşu. Dakikalar ilerledikçe Gökhan Zan kendini daha çok belli ediyor. Pozisyon hataları, zamanlama yanlışları, hava toplarını sektirmeler... Sonunda yediriyor takımına golü. Sonra da düşünmeye başlıyorum. 2003-2004 sezonunda boyuna posuna aldanıp aldın bu adamı Dardanelspor'dan. Ona bir itirazım yok, gençtir, kendini geliştirir dersin. Ancak olmuyor işte, bu adamda futbol adına en ufak bir yetenek yok! Geçtim Beşiktaş'ta oynamasını bir de 25 kez A Milli formayı giyiyor Gökhan Zan. Anlayamadığım olay bir sürü üst düzey teknik direktör geldi geçti Beşiktaş'tan ancak nasıl oldu da bir tanesinin bile böylesine yetenek fakiri olan bu Gökhan Zan'ı bizlere futbolcu diye izletmeye vicdanı sızlamadı. Tamam iyi stoper yetişmiyor bu ülkede ancak eminim ki Gökhan Zan'ın yerine hangi Anadolu takımının stoperini koyarsınız koyun, Baki Mercimek de dahil bunlara, daha göze hoş gelen, daha çok futbolla alakalı işler yapacaktır.

2 Mayıs 2009

Simon Kjaer

26 Mart 1989 doğumlu Danimarkalı Stoper Simon Kjaer profesyonel futbol hayatına 2007 yılında Danimarka takımlarından FC Midtjylland'da başladı. 2007–2008 sezonunda FC Midtjylland’da 21 maçta görev yaptıktan sonra Avrupa büyüklerinin ilgisini çekmeyi başardı 18 yaşındaki Kjaer. 2007 Ağustosunda Real Madrid’in teklifini reddeden takımı daha sonra onu Palermo’ya vermeye ikna oldu. Bu sezonun başında Kjaer, Palermo ile 5 yıllık birlikteliğin imzasını attı ancak onun bu sezon Serie A daki başarılı oyununu düşünürsek Palermo’yu tatmin edecek tekliflerin gelmesi kaçınılmaz olacak.

1.89 boyundaki Kjaer’in hava toplarındaki etkisi tartışılmaz. Son Milan maçından 3-0 yenik ayrılmalarına rağmen Kaka’ya geçit vermeyen tek adam olması da birebir de ne kadar iyi bir savunmacı olduğunun göstergesiydi.

Bu sezon 18’in de ilk 11 olmak üzere 23 maçta görev alan Kjaer oynadığı futbolla Serie A’da dikkatleri üzerine çekmeyi başardı bile. Şimdiden Fiorentina, Milan, Juventus ve Inter onunla ilgilenmeye başladı. Menajeri yaptığı son açıklamada değerinin 12 Milyon Avro olduğunu belirtmiş. Fazla bir miktar gibi görünse de bence Kjaer bu parayı gözden çıkarmaya değecek bir yetenek.

Messi ve Diğerleri

Maçın 60 dakikalık bir bölümünü maç sonrası değerlendirme yazısı yazmak amacıyla izledim. Fakat Henry'nin 2. golünden sonra, maçla ilgili her türlü teknik analizin beyhude olacağını anladım, zira bu sene Barcelona'nın oynadığı oyun futbolsa, diğer takımların oynadığı oyuna başka bir isim bulmak gerekir.
Real Madrid adına ne büyük bir şanssızlıktır ki, kendileri adına "çok iyi" geçen sezonda rakipleri "insanüstü" bir performans gösteriyor. Başka zaman olsa göklere çıkarılacak Juande Ramos, şu anda Real Madrid tarihinin kara sayfalarından birinde yer alıyor. Aslında biraz daha 'Anadolu takımı'vari bir görüntüyle sahaya çıkarsa takımını, belki daha az bir farkla maçı tamamlayabilirdi Madrid.

Hakem bana göre kararlarında inanılmaz isabetli olsa da, pozisyon alışıyla sınıfta kaldı. Gerçi Barcelona'nın topu ne zaman nereye oynayabileceği belli olmadığı için, onda da suç aramak gereksiz olur. Kartlarına gereksiz yere başvurmamış olması da Türk hakemlerinin örnek alması gereken başka bir nokta.

Rıdvan Dilmen ile Ercan Taner arasındaki diyaloglar maçı daha keyifli kıldı. Rıdvan Dilmen'in futbolun içinden fakat günümüz futbolunu pek bilmeyerek yaptığı yorumlar yüzünden bile izlenebilecek bir maçtı. Zaten Rıdvan Dilmen'den başkasının Bojan'ın ismini bilmeden o koltukta oturması pek mümkün değil. Maçı, hatta sezonu özetleyen cümleyi de ilk yarıda ağzından kaçırdı Rıdvan Dilmen: "Messi ve diğerleri"...